Ateistlerin "Kurandaki problemler" başlıklı 99 eleştirisine cevap (2. Kısım)

"kurana neden inanmıyoruz?" başlıklı 99 iddiaya cevap verdiğim yazının 2. Bölümüdür. 
46. İddiadan itibaren devam ediyorum.
Lütfen paylaşarak yayalım  
#bir_sorgulayan_muslumanin_gozunden 

47. Allah pek çok ayette beddua ediyor, hatta bazılarında kendi kendine "Allah onları kahretsin" diyor. (Munafikun: 4), (Tevbe: 30)

Allah beddua etmez. Ilgili ayetlerde “Onları kahretsin” şeklinde beddua olarak meal edilen “ka'telehumullah = قاتلهم الله” cümlesidir. Buradaki “ka'tele= قاتل” kelimesi, mufaale (işteş) babından olup karşılıklı bir savaşı anlatır. Tevbe 30. Ayetin önceki kısmında Yahudi ve Hristiyanların, peygamberi Allahın oğlu olarak gördüğünü söyler. Munafikun 4. Ayetin önceki kısmında ise, münafık kimselerin tutumu anlatılır. Bu son ifade ise, bunu yapmalarına karşılık, Allah'ın onlara karşı savaş açtığını haber veriyor

48. Kuran'da kadınlara hitap hiç yok. ???


Arapçada tağlip sanatı vardır. Genelde erkeklere yönelik olan bir ifadeyle kadınları da hitap kapsamına alır. Bunun bir örneğini verelim; 
Tevbe 71 :
“mümin kadınlar ve erkekler birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar” 

Mesela bu cümledeki “birbirlerinin” mânâsına gelen “badeHUM.. Badin/بعضهم.. بعضٍ” ifadesi tamamen erkek zamiri ile gelmiş bir ifadedir. Ama Görüleceği üzere, ayet kadına ve erkeğe karışık hitap ediyor. Bunun sebebi tağlip sanatıdır. Tağlip sanatını detaylı bir şekilde 64. Maddede de anlatacağım. 

Zaten İşin cehalet boyutuna girmiyorum bile… sıradan bir Arab'a bile “kur'an'da kadına hitap yok” deseniz sadece güler. ☺️
Erkeklere yönelik bir hitap ile her iki cinsiyete hitap ettiği ayet sayısı oldukça fazladır. Mesela “sadece benden korkun, namazı kılın, zekâtı verin secde edin, iyiliği emir edip kötülükten alıkoy, anaya babaya iyilik edin” tarzı ayetlerde emir şekilleri hep erkeklere yönelik gelmiştir. Ama tağlip vardır. 

49. Bazı hayvanları hâkir görüyor ve kafirler için "aşağılık maymunlar" gibi çocukça hakaretler kullanıyor. (Bakara: 65), (Maide: 60)

Hakaret yoktur. sürü psikolojisine sahip bir insana “koyun gibisin” demek, hakaret değil, metafor olur. Nasıl ki çok güçlü bir insana “aslan gibi”, çalışkan bir insana “karınca gibi” diyerek, metafor yapıyorsak, kur'an'daki anlatımlar da bunun gibi bir metafor içerir. herhangi bir şekilde hayvanları hâkir görme veya hakaret etme söz konusu değildir. Dahası, parantez içinde verilen ayetlerin konuyla alakası yok. 
Bakara 65 “(Ey yahudiler) içinizden cumartesi günü (yasağı) hakkında haddi aşanları elbette bildiniz. Onlara ‘kovulmuş maymunlar olun’ dedik.” 
[“kovulmuş= خاس,” kelimesi için bakınız (ed-durul mensur bakara 65)] 
Mesela bu ayette, cumartesi yasağını çiğneyen yahudilerin maymuna dönüştüğü anlatılır. Tıpkı “ol der, hemen olur” ayetinde olduğu gibi, burada da onların maymuna dönüşmesi anlatılıyor. 
Maide 60. yette aynı durum “... Allah'ın maymunlar ve domuzlar yaptığı…” 

50. Muhammed tanrılaştırılıyor. (Ahzab: 56)

Ahzab 56 “Allah ve melekleri Nebi'ye DESTEK olurlar. Ey iman edenler! Siz de ona destek olun” 

Genelde mealler, “Allah ve melekleri peygambere Salat ederler” şeklinde meal edince sanki peygambere tapınma eylemi varmış gibi düşünülüyor. Ancak Salat (الصلاة), kelimesi , “dua, namaz, Rahmet, övgü, bağışlama, takip etme, “gibi manaları gelir. (müfredat : صلى maddesi, lisanul Arab : صلاة,) Salat, Allah'a isnat edilirse “destek, rahmet, övgü" mânâsına gelir. (ıbni arabi ilgili ayeti “destek olurlar” diye yorumlar,) 

51. Bir ayette ganimetlerin tamamı peygamberin diyor, cihatçılar savaşı reddedince "ganimetlerin 5'te 1'i peygamberin" ayeti geliyor. (Enfal: 1-41)

Enfal 1. Ayette "Allaha ve resulüne" denilmesi "hükmün Allah'a ve Resulüne ait olması" demektir.

Mesela tevbe 1. Ayette “bu Allah ve Resulü tarafından bir ültimatom” derken, “islam tarafından verilen bir ültimatom” deniliyor. Allah ve Resulü birbirinden farklı şeyler değil, bir bütün olarak “islam /kur'an” demektir. 
[Resul رسول =mesajı ileten(müfredat : رسل) 
Allah'ın Resulü =Allah'ın mesajını ileten.] 41. Ayette ganimetlerin nasıl dağıtıldığı anlatılıyor ;
Enfal 41.Ayet: ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah´a, Resûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir. 



Ayetin iniş sebebine gelince;
Şunu belirtmekte fayda var: iniş sebepleri hiçbir zaman için kesin kriter olmamalıdır. Çünkü bir ayetin birden fazla iniş sebebi rivayet edilebilir, kimisinin sahih kabul ettiğini, diğeri sahih kabul etmeyebilir. Bu sebepten dolayı iniş sebebine güvenilmez. 

Bununla birlikte, birçok tefsir tarafından kabul edilen iniş sebebi şudur;
“Ubâde b. es-Sâmit, rivâyetle der ki: elçi, Bedir'e çıktı. Orada düşmanla karşılaştılar. Allah düşmanı hezimete uğrattığı zaman Bir kesim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in etrafını çevirmişlerdi. Bir başka kesim ise karargâhın etrafını dolanmış ve talana koyulmuştu

Ardından askerler arasında tartışma çıktı. ;

Bir kısmı : (ganimet) bizimdir. Çünkü düşmanı takip edenler bizler olduk. Allah bizim vasıtamızla onları uzaklaştırdı ve bozguna uğrattı.

Bir diğer kısmı: bu ganimet bizimdir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a düşman ansızın herhangi bir zarar veremesin diye onun etrafını kuşatanlar bizdik. 

Bir başka kısmı : Siz ona bizden daha bir hak sahibi değilsiniz. O bizimdir. Çünkü onun etrafını kuşatan ve onu ele geçirenler bizler olduk.
Diye tartışmaya başladı. 
Bunun üzerine yüce Allah:

"Sana enfali soruyorlar de ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlünündür. O halde Allah'tan korkun ve aranızı düzeltin. Eğer mü’minler iseniz Allah'a ve Rasûlüne itaat edin" âyetini indirdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da aradan bir devenin iki sağımlığı arasındaki süre kadar bir zaman geçmeden ganimetleri aralarında paylaştırdı. Müsned, V, 324; el-Hâkim, el-Müstedrek, II, 326.”
(kaynak: kurtubi ilgili ayet  
İlgili Ayette “tamamı sadece resule mahsustur” demediği ve iniş sebebinin, cihat edenlerin itiraz etmesiyle hiçbir alakası olmadığı halde ateistlerin böyle içi boş bir iddiada bulunması ne kadar dürüst olduklarını gösteriyor! 

52. Peygamberin küçük karısı Ayşe'nin zina yapıp yapmadığına dair ayetler var. Entrikalar ve dedikodular da unutulmamış. (Nur: 11-12-13-14-15)
Nur suresi;
 11 : “kesinlikle o ifk'i getirenler, içinizden bir gruptur. Sizin için şer sanmayın, aksine sizin için bir hayırdır. O kişilerin her biri için günahtan kazandığından alacağı vardır. Onlardan Onun (o iftiranın) büyüğünü idare eden kimse için, acı bir azap vardır.”


12: Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, onu duydukları zaman, bir hayır zannederek "bu apaçık bir ifk'tir" demeli değiller miydi? 

13: Dört şahit getirmeli değiller miydi? Madem şahit getiremediler, o halde Allah katında onlar yalancıdır. 

14: Eğer, dünyada ve ahirette Allah'ın ikramı/fazlı olmasaydı, içine daldığınız (şey) yüzünden, mutlaka size acı bir azap dokunurdu. 

 15: Siz hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi dilden dile aldınız, ağzınız ile söylediniz. O, Allah katında büyük bir şey iken siz basit bir şey sanıyorsunuz. 

16: Onu [o olayı] duyduğunuz zaman "bunu [böyle bir olayı] konuşmak bize yakışmaz. Tenzih ederiz, bu büyük bir iftiradır" demeli değil miydiniz?

17: Eğer inanıyorsanız, Allah, bunun benzerine (benzeri bir iftira olayına)asla dönmeyin diye, size vaaz veriyor 

Ayetlerde entrika veya dedikodu anlatılmıyor. Kaldı ki, ayetlerin söylediği tüm şeyler evrensel. 11. yette iftira atanların ceza alacağı, 12. Ayette müminlerin böyle bir haber/dedikodu duyduğu zaman sadece, iyi bir zanda bulunmaları gerektiği, 13. Ayette, namus iftirası atıldığı takdirde dört şahit istemeleri gerektiğini söylüyor. (ki, bunu Nisa 15. Ayette de söyler) 14. Ayette, bu yanlışlarına rağmen Allah'ın affetmiş olduğunu, 15. Ayette, hakkında bilgi sahibi olmadıkları konuda sessiz kalmaları gerektiği, 16. Ayette “bunu söylemek bize yakışmaz” diyerek, sessiz kalmaları gerektiğini 17. Ayette de, yazdıklarımı destekleyerek buradaki uyarının, buna benzer herhangi bir durumda da müminlerin aynı hataya düşmemesi için bir uyarı verildiği yazıyor. 

Kur'an'da her ayet, bir olay üzerine inmiştir. Evrensel olduğu için “Ey falanca, sen bunu yap/yapma” demek yerine “Ey insanlar! Siz böyle yapmayın, bakın böyle yapanların sonucu nasıl oldu!” diyerek evrensel mesaj verir. 
Buradaki EVRENSELLİĞİ görmeyen kişilerin ateist olması normaldir. Ayette eleştiriye açık hiçbir şey yok.

53. Evrim hiç yok. ???
Evrim vardır, ancak bu; tesadüflere dayalı bir evrim değildir. Kur'an, Allah'ın yaratma sanatı olan bir evrimi/aşama aşama yaratmayı anlatır. 
Birkaç örnek;
 Nuh 14 “sizi aşama aşama¹ yaratmıştı²” 

Ankebut 20 “yeryüzünde gezin ve dolaşın da Allahın nasıl yaratmaya başladığına bakın”

İnsan 1 “insan henüz anılacak bir şey değilken, çok uzun bir zaman geçmedi mi?”

Daha pek çok örnek verilebilir. Kur'an'ın savunduğu yaratılış, bir anda olup biten bir yaratılış değil, uzun zaman süren, aşamalar halinde, evrime dayalı bir yaratılış şeklidir.

54. İçki konusunda önce olumlu sonra olumsuz ayet geliyor. (Nahl: 67), (Bakara: 219), (Maide: 90-91)
Önce Olumlu-olumsuz, çelişkili ayetler gelmiyor. 

Nahl 67 “ağaçların meyvelerinden ve üzümlerden bir sekran elde ederseniz “

Bakara 219 “hamr ve kumar hakkında soruyorlar. De ki “ikisinde de insanlara büyük bir günah ve fayda vardır. Günahı daha büyüktür.” 

Maide 90 “hamr, kirlidir, şeytan işidir. Uzaktan durun ki kurtuluşa eresiniz” 

İlk âyette sekran (سكر) derken diğerlerinde hamr (خمر) deniyor. Aynı şeyi (içkiyi) anlatıyor olsalar da, çelişki yok ve birbirlerini reddeden bir tarafı yok. İlki, içkinin nasıl elde edildiğini, ikincisi günahı ve faydası olduğunu, üçüncüsü ise uzak durulması gerektiğini söylüyor. 

55. Yahudi ve hristiyanları dost edinmemeyi emrediyor. (Maide: 51)

Maide 51, Yahudi ve Hristiyanları VELİ edinmeyi yasaklar. Dost değil, 

Mümtehine 7" Olur ki Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."


Yahudi olsun, ateist olsun, savaş açmadığı sürece iyilik etmeye ve Normal bir dostluk, arkadaşlık yapmaya kur'an müsaade ediyor. 
 Mumtehine 8 "Allah size dini uğrunda saldırı yapmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adil olanları sever"
Bu ayet, üstteki mantığı yeterince açıklıyor. 

Fussilet 34 "iyilik ile kötülük bir olmaz kötülüğü iyilik ile def et. Bakarsın ki sana düşman olan kişi çok yakın bir dost olur"

Veli edinmeyi yasaklama sebeplerinden biri de şudur;

Alimran 118-119 Ey inananlar! [sizden başkaları] size bir rahatsızlık vermekten geri durmuyor ve sizi sıkıntıya sokacak şeyleri arzu ediyorken Sizden başkasını bir sırdaş edinmeyin. Elbetteki öfkeleri ağızlarından ortaya çıkmıştır. İçlerinde gizliyor oldukları (nefret) ise, en büyüğüdür. Eğer akıl ediyor iseniz, elbetteki ayetleri size açıkladık. Siz öylesiniz ki, onlar sizi sevmiyorken, siz onları seviyorsunuz. Siz, (o) kitabın hepsine inanıyorsunuz, sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" dediler. Tek başlarına kalınca da, aşırı öfkeden size karşı parmaklarını ısırdılar. 


Kimlerin veli edilmesi yasaktır? 
 Mümtehine 9 “ Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri veli edinmenizi yasaklar”

Kuranda geçen diğer "yahudiler ve hristiyanlari veli edinmeyin" "kâfirleri dost edinmeyin" ayetleri de Mumtehine 9 ile bağlantılıdır.

Ayrıca Ayette "dost" diye çevrilen kelime "veli" şeklinde geçer.

Veli /dost edinmek onu rehber edinmektir. Tıpkı şu Ayette yazdığı gibi ;

➡ Allah, inananların velisidir , onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.
(Sure No:2 Ayet No :257)

 Sonuç olarak Maide 51. Ayet veli/rehber edinmeyi yasaklıyor. Arkadaş edinmeyi değil.. 

56. Kadınlara "TARLA" diyor. (Bakara: 223)

Kur'an, kadınlara huzur (Rum 21), dost (tevbe 71) ve elbise, de diyor. aynı şekilde erkeğin de kadın için elbise olduğunu söylüyor (bakara 187) bu ifadeler birer metafor içerir. İlk muhatabı için, tarla nedir? Tarla her şey demektir, kültür¹ demektir. Bir insan için en değerli ve önemli olan şey ne ise, kur'an, kadına onun adını veriyor. 

[¹: lisanul Arab : حرث maddesi] 

57. Peygamberler arasında fark olmadığını söyleyen ayet ve Muhammed'in en değerli peygamber olduğunu söyleyen başka bir ayet var. 

Allah katında elçiler/peygamberler birbirlerinden üstün kılınmıştır (bakara 253) ancak, inananlar ayrım yapmazlar (bakara 285) ayetlere bakalım;

Bakara 253- işte! birbirlerinden farklı kıldığımız Elçiler bunlardır. Onlardan Kimisine Allah konuştu. Bazılarını derecelerle yükseltti. 

Burada Allah konuşuyor. 

Bakara 285- (o) Elçi, kendisine Efendisinden indirilene inandı ve inananlar da [inandı]. [onların]¹ her biri, Allah'a, Meleklerine, kitaplarına ve Resullerine inandı. "Elçilerin hiçbirinin arasında ayrım yapmayız" derler

Burada ise peygamber ve müminler konuşuyor. 

Birinde Allah'ın üstün kıldığını diğerinde ise müminlerin ayrım yapmadıklarını yazıyor. Aradaki fark bu kadar belli iken, çelişki olmadığı malumdur. 



58. İyilik ve kötülüğün Allah'tan geldiğini söylüyor, sonra iyilik Allah'tan kötülük senden diyor.

Biraz meal sorunundan kaynaklı bir iddia. 
Nisa 78 -... Kendilerine bir hasene [güzellik] isabet etse “bu Allah'ın katındandır” diyorlar. Eğer bir Seyyiat [kötülük] kendilerine isabet etse “bu senin katındandır” diyorlar. Sen “(onların/güzelliğin ve kötülüğün) her biri Allah'ın Katındandır“de… 

Nisa 79 -... Sana haseneden [güzellikten] isabet eden Allah'tandır ve Seyyiattan[kötülükten] isabet eden sendendir… 

Çelişki olmadığını rahatça görebilirsiniz;
1- ilk ayette “Allah'ın katındandır” [yani “min indillah (من عند الله)”] derken, sonraki ayette ” Allah'tan” [“minallah”] diyor. 
2- ilkinde, onlara isabet eden şeylerden bahsediyor, ikincisinde ise peygambere isabet eden şeylerden bahsediyor. 




59. Uzaya çıkmayı imkansız görüyor. (Rahman: 33)

Aksine, 33. Ayet mümkün olduğunu hatta 35. yette uzaya çıkanların nelerle karşılaşacak olduğunu anlatılıyor. 
Rahman 33. Ayetin son kısmını ateistler gizliyor;

[ille bisultan/ إلا بسلطان] “ancak bir sultan(yetki)ile çıkarsınız” ifadesi geçmekte. İddianın aksine, geçmenin ancak bir sultan ile mümkün olduğu görülüyor. 

35. ayette ise “ikinizin üzerine ateşten gelen bir alev, bakır gibi sarı bir ateş gönderilir. Ardından yardımlaşamazsınız.” der. 


Bu ayette anlatılan şeyler metafor olarak uzaya çıkan kişilerin karşılaştığı radyasyondur. Astronotlar uzaya çıkarken, Van Allen kuşağında güneşten gelen ışınların oluşturduğu bir radyasyon ile karşılaşıyor. Kur'an bu olayı metafor olarak anlatmıştır. 
Sonuç olarak bu ayetler uzaya çıkmanın imkansız olduğunu değil, aksine mümkün olduğunu gösteriyor. 



60. Ay'ı nur kaynağı olarak nitelendiriyor, güneşin ışığını yansıttığını bilmiyor. (Yunus: 5), (Nuh: 16)

Aksine, bu iki ayet Ay'ın, güneşten aldığı ışığı yansıtmada olduğunu kanıtlıyor. İsterseniz, bir Arapça kur'an sözlüğü olan 10. Yüzyılda yazılmış Ragıp isfehaninin sözlüğü el müfredat sözlüğü konuşsun;

Kaynak: Ragıp isfehani el müfredat, T-L-V MADDESİ;

“... ‘Ay ışığını GÜNEŞTEN ALIR VE GÜNEŞ İçin halife konumundadır’ denilmesinden dolayıdır. Yüce Allah'ın, Yunus 5. Ayette, ‘nurlu bir ay’ sözü de bu gerçeğe işaret etmektedir…”

Bir Arap dil alimi bile, bu ayetten bu sonucu çıkardığına göre, iddia geçersizdir. 

Ayrıca farz edelim ki, bu ayetlerde denildiği gibi, Ay'ın bir yansıtıcı değil de, ışık kaynağı olduğu yazıyor olsun. Neyi ispat eder? Geceleyin insanlar için bir ışık kaynağı ay olmuştur. Ay ışığını güneşten alsın veya almasın, sonuçta insanlar için bir ışık kaynağı konumundadır. Ki, aslen böyle olmadığını üstte verdiğim bilgiler doğruluyor. 

61. Büyük patlama ile ilgili hiçbir bilgi geçmiyor. ???

Enbiya 30.  Ayette 
“gökler ve yer birbiri ile bitişik iken ayırdık” denir. Buradaki “gökler ve yer” ifadesi, bir “bütün evren” manasında kullanılır. Örneğin şu ayetlere bakalım;

24/35 "Allah 'göklerin ve yerin' nûrudur.."
2/116 "... göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur.."
7/54 "... Gökleri ve yeri altı evrede yaratan... "
(örnekler çoğaltılabilir)
Bu deyimin kullanıldığı ayetlere baktığımızda "gökler ve yer" deyiminin "bütün evren" manasında olduğunu görebiliriz.
 Bu durumda ayetin "bütün evren birbiri ile bitişik iken ayırdık" manasında olduğunu görebiliriz. 
Evrenin tekillikten gelmesi/ big bang olayında da, bütün evren madde birbiri ile bitişik iken, birbirinden ayrılıyor.

62. Köleyle hür bir tutulur mu, diye insanları ayrıştırıyor. (Nahl: 75)
Nisa 25 ".. hür ve köle .. Hepiniz BİRBİRİNİZDENSİNİZ.. ."
Ayette hür ve köle kadınlar ile evlilikten bahsedip devamında "hepiniz BİRBİRİNİZDENSİNİZ" diyerek, her iki tarafın da insanlık bakımından eşit olduğu söylenir. 🙂

Ateistler sıklıkla tez olarak getirerek, kur'an'ın ayrımcılık yaptığını iddia ettiği ayete bakalım;
Nahl 75. "Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah´a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler."

Bir örnekle açıklayalım;
Siz eşitliği savunan birisi olarak bir şirkete gidiyorsunuz;
Şirkette patrona "hiç işçi ile patron bir olur mu?" diyorsunuz.
Bu sizin insanlar arasında ayrım yaptığınızı mı gösterir? Yoksa bulunduğunuz ortamda, kişilerin sahip olduğu imkanın farklılığından mı bahsettiğinizi gösterir? Tabiki ayrım yaptığınızı değil, imkan farklılığından bahsettiğinizi gösterir. 🙂 Kur'an insanlık bakımından köle ve hür arasında bir ayrım yapmamıştır (Nisa 25 de açıkladığım gibi) Nahl 75. yette bulunduğu ortamın şartlarına göre insanlar için bir örnek vermiştir..
O ortamın şartlarında, "...hiçbir şeye gücü yetmeyen köle..." birisi ile "...malından gizli ve açık olarak harcayan..." birisi eşit değildi.

Ayrıca şunu da belirtmek isterim ;
Ayette “köle” diye çevrilen kelime (عبد) kökünden gelir. Aynı kelime, kuranda “kul” mânâsına da gelir. Kelime kul manasında olarak ayete şu meal verilebilir ;
“hiçbir şeye güç yetmeyen başkasının KULU OLMUŞ/müşrik olmuş biriyle, hür biri eşit olur mu?”
Yani, Allah'tan başkasına köle/kul olarak şirk koşan biriyle, kimseye kul olmayıp sadece Allah'a kul olmuş biri eşit olur mu? Manasındadır.

63. Konuşan karınca, ejderha, vs masalsı anlatımları var. (Neml: 18), (Araf: 107)
Hayvanlar arasında iletişim olduğu, bilhassa karıncaların kendi aralarında bir çeşit iletişimi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. 
(Kaynak: Bert Holldobler & Edward O. Wilson (1990) “The Ants”) 
Durum bu iken, nasıl “masal” diyoruz? Ayrıca mucizevi olaylar var diye, 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olarak bize mucize sunan bir kitabın (kur'an'ın) masal olduğunu iddia etmek mantık hatasıdır. Eğer, kitabın kendisini ispatlayan kanıtları olmasaydı, mucizevi olaylar olsun olmasın, yine inanmamak için bir kanıt teşkil etmezdi. 


Araf 107.Ayet: فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
[Ardından, sopasını attı, birden o, apaçık bir Dev yılan¹ (oldu)] 

, buradaki “su'ben =ثعبان kelimesi, uzun, devasa bir yılan mânâsına gelir.”(mütercim asım : el kamus'ul muhiyt) 
Yani masallarda anlatıldığı gibi bir ejderha değil, farklı bir yılan türüdür. 


64. İblis için bir ayette melek, diğerinde cin diyor. (Kehf: 50), (Bakara: 34) 

Bakara 34. Ayette “meleklere ‘ademe secde edin’ dedik, iblis hariç secde ettiler”
Arapçada tağlip sanatı vardır.
Tağlib’in sözlük manası: dil mevzuatında delaletleri arasında benzerlik ve münasebet bulunan iki lafızdan birini diğerine tercih etmektir ( kaynak :İbrahim Mustafa ve arkadaşları, el-Mu’cemu’l-vasit, (ğ-l-b) maddesi, Çağrı yayınları, İstanbul,1989, II, 657- 658)

 Mesela:
Ömer ile Ebubekir için: عمر+ أبو بكر = العمران (el-Ömerân) denmesi.
Burada Ömer ve Ebubekir kelimelerinin delaletleri arasında lafız ve mana bakımından benzerlik ve münasebet söz konusudur. Ömer lafzının telaffuzdaki kolaylığı Ebubekir’e tercih ve tağlib sebebi olmuştur.
ez-Zerkeşi ise tağlibi; “bir şeye diğerinin hükmünü vermek” diye tarif etmiştir .
Baba ile Anne’ye الأب + الأم = الأبوان (el-Ebevân) denildiği gibi.
Bu örnekte de anne kelimesinin hükmü baba kelimesine verilmek süretiyle el-Eb kelimesi tağlib olarak gelmiştir.”

Bakara 34. Ayette de bu şekilde bir tağlip sanatı uygulanıyor, iblisin meleklerin arasında bir tek cin olması sebebiyle, tağlip uygulanmıştır. (zamahşeri/keşşaf tefsiri bakara 34. Ayet)

Sonuç olarak kehf 50. Ayetle bakara 34. Ayet arasında bir çelişki yoktur.

65. Mahşerde Allah şefaat etmez diyen ayet de var, eder diyen de. (Bakara: 48), (Zuhruf: 86), (Necm: 26), (Zümer: 43)
İlgili ayetlerin hiçbirinde “Allah şefaat etmez” demiyor. Ayetler özetle, Allah'ın izin verdiği hariç hiçbir kimsenin şefaat etme hakkının olmadığını söylüyor. Ancak Allah'ın izin verdiği kişilerin şefaati elde edeceğini söylüyor. 
Denilen ayetlerin özeti şudur;
Zümer 43-44 “onlar Allah'tan başka şefaatçi mi tutuyorlar?... De ki: şefaat tamamen Allah'a aittir.”

66. Hayvan, bitki, coğrafi şekil ve besinler Ortadoğu’ya özgü. ???
Kur'an'ın hitap şekli tarihsel olduğu için örnekler o döneme göre verilmek zorundadır. Kur'an, bitkiler olsun hayvanlar olsun, genelde o bölgeye özgü olanları örnek veriyor. Mesela “bakmıyorlar mı o deveye?” der. Doğal olarak ilk muhatabına en yakın olan örneği ibret olarak vermesi gerekir. Herhalde “bakmıyorlar mı o penguenlerin nasıl yaratıldığına?” diyemez. Çünkü amacı muhatabına, Allah'ın sanatını göstermek, ibret vermektir. Kendisine en uzak olan hayvanı örnek veremez. 

Tabi buradan “kur'an'ın yazarı, sadece gördüğü şeyleri yazmış, görmediği şeyleri yazmamış” sonucuna ulaşmaya çalışan ateistlerin gözden kaçırdığı nokta var;
Mesela o bölgede adım başı akrep varken, kur'an hiçbir Ayette akrepten bahsetmiyor. Bildiği şeyleri neden yazmadı o halde? Ayrıca o dönem insanının yanlış bileceği çoğu şeyi kur'an doğru bir şekilde anlatıyor. Örnekler;
Yasin 38, 40, şems 1-2 ayetlerinde doğru güneş modeli ;

Bulunduğu dönemin kabul ve iddia ettiği ;
1- güneş merkezli evren ; güneş sabit gezegenler güneşin etrafında dönüyor
2- dünya merkezli evren ; dünya sabit gezegenler dünyanın etrafında dönüyor
3- insan gözüyle görünen ; güneş ve Ay'ın dünyanın etrafında kovalıyor
Modelleri vardı. Hepside yanlış!

➡ Yasin 38 : güneş karar bulacağı yere doğru akıp gidiyor

[bilimsel olarak , güneş samanyolu Galaksisi'nin merkezi etrafında bir yörüngede hareket eder]
1. Modelde güneş hareket etmez.



➡ şems 1-2 "... Güneşi takip ettiği zaman ay'a"
[ay güneşi takip eder. Ama güneş ay'ı takip etmez. Zaten kuranda hiçbir Ayette güneşin ay'ı takip ettiği yazmaz]
2. Modelde Ay'ın güneşi takip etmesi diye bir şey yoktur.

➡ Yasin 40 :güneşin ay'a erişmesi beklenemez, gece gündüzün önüne geçemez, hepsi AYRI BİRER felekde yüzerler..
[bilimsel olarak ; bütün gezegenler ayrı birer felekde hareket eder]
3. Modelde ; gezegenler AYRI BİRER felekde değil, aynı felekde hareket ederler

Kur'an yanlış modele aykırı konuşuyor, bugün bilinen gerçek modele tamamen uyumlu. Güneş sabit değil, uzayda akıp gidiyor(Yasin 38), güneş, ay ve diğer gezegenler kendi yörüngesinde hareket ediyor, ay güneşi takip ediyor (şems 1-3) 

Haricen;
Neml 88 “sen dağları yerinde durur sanırsın, halbuki onlar bulutlar gibi hareket ediyor. Bu Allah'ın sanatıdır” 
Dağlar, yerinde sabit duruyor sanıldığı bir zamanda, kur'an dağların hareket ettiğini söylüyor. Tabi diğer ayetlerde dağların yere (dünyaya) sabit olduğunu söylediğini de (Naziat 30-33) dikkate alırsak, yere sabit dağların hareketi, yerin (dünyanın) hareket ettiğini gösterir. Özellikle âyette “sen öyle sanarsın” diyerek peygamberin bile insan olarak yanlış bildiğini ve doğrusunu söylüyor. Kısacası buradan ateistlere yine ekmek çıkmıyor ☺️ 

Ayrıca, “şu kitap sadece bulunduğu bölgenin insanlarının gördüğü şeylerden bahsediyor” diye kitabı inkar etmenin mantığı nedir? Kitabın “ben var olan her şeyden bahsetmek için gönderildim” gibi bir iddiası yokken, bu nasıl bir argüman olabilir? 

67. Bir ayette vasiyet şart, diğerinde değil. (Bakara: 180), 

İlgili ayete bakalım;
Bakara 180.Ayet: Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah´tan korkanlar üzerine bir borçtur.

Hangi ayette vasiyet etmenin şart olmadığı yazıyor acaba? Ateistler bir şey iddia ederken kaynaksız konuşmayı çok seviyor maalesef!

68. Allah, Muhammed'e salat ediyor. (Ahzab: 56)

Ahzab 56 “Allah ve melekleri Nebi'ye DESTEK olurlar. Ey iman edenler! Siz de ona destek olun” 

 Salat (الصلاة), kelimesi , “dua, namaz, Rahmet, övgü, bağışlama, takip etme, “gibi manaları gelir. (müfredat : صلى maddesi, lisanul Arab : صلاة,) Salat, Allah'a isnat edilirse “destek, rahmet, övgü" mânâsına gelir. ıbni arabi ilgili ayeti “destek olurlar” diye yorumlar, 
Ayrıca bu peygambere mahsus değil, ahzab 43. yette Allah'ın, inananlara da Salat ettiği [destek olduğu,] yazar.

69. Kıble önce Kudüs'ken Yahudiler itiraz ettikten sonra Kabe oluyor. (Bakara: 144)

Yahudilerin itirazı ile alakası yoktur. Şu Ayete bakalım;
Bakara 143- Sizi insanlara şahitler olasınız, Elçi (resul) de size bir şahit olsun diye, böyle orta bir toplum yaptık. Eskiden Üzerine bulunduğun kıbleyi [yönü] ancak, topukları üzeri geriye dönen kimselerden, Elçiye [Resule] bağlı kalan kimseleri, bilmek için yaptık. Bu büyük [zor] bir olaydan başka bir şey değildir. Ancak kendisine Allah'ın hidayet [doğru yol] gösterdiği kimseler hariç, [onlara zor gelmez]. Allah, inancınızı zayi edecek değildir. Kesinlikle Allah, merhametlidir, Rahimdir. 

Ayet, kıble değişikliğinin sadece inananları ortaya çıkarmak için yapılan bir imtihan olduğunu söylüyor. Yani, inandığını iddia edenler, sözde değil özde inanıyor ise, inançlarını eylemleri ile doğrulaması gerekiyor. Ayet bunu net bir biçimde ifade etmiştir.

 70. Cehennemde Ebu Cehil'e düello teklif ediliyor. (Alak: 13-19)

Alak 13-19 “yalanlayan o kimseyi gördün mü?.. Yalancı günahkar alnından alacağız… davet edeceklerini davet etsin, biz de zebaniler davet edeceğiz”
Burada düello teklifi yoktur, Allah bir insan seviyesinde mi ki düello teklif etsin? Aksine küçümseyip “gücünün yettiğini, kendisine güvendiğini davet etsin ve görsün kendisini azaptan kurtaracak mı?” şeklinde bir gözdağı veriliyor. Eleştirilecek nokta, ateistlerin her şeyi eleştiriye açık bulmasıdır.


71. Rahman suresinin 31 ayeti plak takılmış gibi aynı cümleyi yazıyor. (Özellikle bakınız..)
Edebiyat bilmek de önemli tabiki, aksi takdirde bir şairin sadece tebessüm edeceği türden bir eleştiri yaparsınız… buna “tekrir sanatı” denir. Arapça pek çok şiirde bu sanat uygulanır. Aynı cümle, bu sanatı uygulamak için tek şiir içinde defalarca kez tekrar edilir. Edebiyatçı hiçbir insan “bozuk plak gibi aynı şeyi tekrar ediyor” demez. Kur'an, indiği dönemde şairlere edebiyatı ile meydan okuduğu için, her türlü söz sanatını uyguluyor. Bunu eleştiren insanların en azından Google'a “tekrir sanatı nedir?” diye yazmasını rica ediyorum. 



72. Her şeyi bilen Allah kıyamet saatini meleklerden öğreniyor

Şu ayeti kastediyor;
Fussilet 47- kıyametin bilgisi, yalnız ona geri çevrilir. 

Burada kıyametin bilgisinin Allah'a mahsus olduğu yazıyor. Sonradan meleklerin bu bilgiyi Allah'a ulaştırdığı yazmıyor. Zaten hemen hemen hiçbir Arabın bu ayeti iddia edildiği şekilde anlamıyor oluşu (bkz: kadı beydavi, nesefi, kurtubi, ez zad'ul mesir, ilgili ayet) da, beni destekler. Bir kitabı anlamak için, bir kelimeden ilk muhatabın ne anladığı önemlidir. Bu sebeple eskiye bakılır, yeniye değil. 

ayrıca farz edelim ki, böyle bir olay olsun. Buna benzer birkaç olay mevcut kur'an'da. Mesela: ;

Bakara 30-31. Ayetlerinde , Allah'ın meleklerle bir diyaloğu anlatılır. Meleklere, bir halife yapacağını söyler, Melekler soru sorunca, ademe öğrettiği bilginin, Meleklerin bilmediğini bildiği halde “hadi bana haber verin!” der. Buradaki maksat, Allah'ın durumu bilmiyor oluşu değil, onları bu olaya şahit etmektir. 

Tıpkı, haber hakkında bilgisi olan bir kralın, emrinin altındaki askerlerden, sırf onları şahit etmek için haber sorması gibi… Allah'ın bir olaydan yana elçilerinden haber sorması da, kendisinin öğrenmesi maksatlı değil, sorduğu kişilerin olaya şahit olması içindir. 

Örneğin, kur'an'ın anlatımı üzerine, Allah bizim ne yapacağımızı biliyor. Buna rağmen bizi imtihan ediyor. İmtihan etmesi ile bilmesi birbiriyle çelişkili değildir. İmtihandan maksat, iradenin açığa çıkması, bizim kendimizin şahit olmamızdır. Allah'ın bilmesi değildir. 

Türkçe örnek vermek gerekirse, bir suçluya, suçunun ne olduğunu bildiğimiz halde, kendisini şahit etmek ve hatasını göstermek amacıyla “ne yaptın?” diye sormamız, bizim bilmediğimizi göstermez. 

Veya birine hediye verirken, hediye kutusunun içinde ne olduğunu bildiğimiz halde “aç bakalım içinde ne varmış?” diye sormamız gibidir. Halbuki hediyeyi biz hazırladığımız için, içinde ne olduğunu biliyoruz. Bilmediğimiz için değil, muhatabı şahit etmek ve teşvik etmek için soruyoruz. 

73. Cennette kadınlar için vadedilen hiçbir şey yok. ???
Bakalım;
Alimran 195: “Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O´nun katındadır.”

Nahl suresi 97: “erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”

Ahzab Suresi, 35: Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.

Ahzab Suresi, 73: Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azaplandıracak; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Hadid Suresi, 12: O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.

Kur'an'da Özel olarak kadının zikir edilmediği her ayet kadın ve erkek karışık olarak ikisine de hitap eder. Bu sebeple “onlara cennetler vardır, istedikleri her şey vardır” gibi ayetlerin hepsi kadınlara da vaad ediyor.


74. Hayvanları yük taşıma, öldürüp yeme ve ulaşım aracı olarak görüyor, evrimden alakasız.

bu konunun “problem” olacak bir yanı yoktur. Kur'an'ın amacının “var olan her şeyin her görevini ve amacını bildirmek” değildir. Kur'an'ın muhatabı insandır, bu sebeple insana, hayvanların görevlerini anlatacak değildir. Bazı ayetlerde, bir takım hayvanların (mesela arı) görevlerini, bize ibret olsun diye anlatır. 

75. Bazı ayetler daha Muhammed zamanında hükmünü yitiriyor ama hala duruyor.

Kur'an, ibrahim'in evine gelen misafirlerin yanında eşinin ve kendisinin tutumunu, aynı şekilde, Lut'un tutumunu, diğer peygamberlerin herhangi bir olay karşısında tutumunu, bize anlatır. Bu ayetlere karşı “hükmünü yitiriyor, şu an İbrahim yok o halde bu ayetler hükümsüz” demek saçmadır. Çünkü bu ayetler de bize ders verilir. 
Mesela en çok eleştiri yapılan ayetlerden biri ahzab 53. Ayettir. yette “peygamberin evine vakitsiz gitmeyin, yemeğinizi yiyince dağılın, bu durum peygambere eziyet etmekte, o bunu söylemekten çekiniyor, eşlerinden bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin” yazar. Bu ayetlere karşılık “peygamber yok, onun evi yok, eşi yok, o halde hükümsüzdür “demek saçmadır. Çünkü âyette misafirlik adabı anlatılır. Misafirlere bir edep ahlak dersi olarak Vakit gözetmeksizin evlere gelmeyin, ev sahibi rahatsız olur, bunu söylemekten çekinir, ev sahibinin eşinden bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin, bu daha uygun olur, diyor ve ev sahibinin davranışlarının nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Bunu peygamberle ilgili olan “hükmünü yitirmiş” denilen her âyette görüyoruz. Bu sebeple ayetlerin bulunması gayet normaldir. 


76. Peygambere soru sormak için sadaka vermek emrediliyor. (Mücadele: 12)

Mücadele 12-13 ayetlerinde “sadaka” diyor “ücret” değil. Eğer peygamber sadaka alacak olsa, buna ücret denir. Sadaka ise ancak tevbe 60. yette bahsedildiği üzere fakirlere, yoksullara, yolculara, çalışanlara, kalpleri ısınacak olanlara, borçlu kimselere veriliyor. 

Bu ayetin amacı, gereksiz detay sorma hastalığına son vermektir. Bu sebeple sadaka verilmesi emir ediliyor. Aynı zamanda inananların samimiyetini doğrulamak için bu emir veriliyor. 
Zaten 13. yette veremeyen kişilere bir sorumluluk olmadığını ve Allah'ın affetmiş olduğunu bildiriyor. 

77. Cennetin genişliği ayetlerde farklı anlatılıyor. (Hadid: 21), (Ali İmran: 133)

Kur'an'da, birden fazla cennet olduğu bahsedilir. Adn, Firdevs, naim gibi birçok cennet olduğu çeşitli ayetlerde anlatılır (98: 7-8, 26: 85, 18: 107) Bu sebeple iki âyette aynı cennet anlatılmıyor. 
Ancak aynı cennet olduğunu farz etsek yine sorun çıkmıyor. Sebebiyse, genişlik Hadid 21. yette “gök ve yer [سماء والأرض] gibi” Al-imran 133. yette ise “gökler ve yer [السماوات والأرض]” diyerek, gök-gökler [sema-semâvat] kelimeleri her ne kadar farklı olarak kullanılsa da, gök [sema] kelimesi tekil olmasına rağmen çoğul yerine, yani semâvat yerine kullanılabiliyor (müfredat : سما) bu sebeple her iki âyette aynı genişliği söylemiş oluyor

78. Dünya kainattan daha önce yaratıldı diyor. (Fussilet: 9-12)
Ayetlere değinmeden önce, kısaca şuna değinelim;
➡ Ayetteki “summe” kelimesine “sonra” manası verilir, ancak kur'an “ba'de” kelimesiyle “sonra” manasını verir. “Summe” kelimesi daha çok “aynı zamanda” mânâsına gelir. Örnekleri vereyim;
Enam 11 "yeryüzünde gezin summe yalanlayan kimselerin akıbeti nasıl olmuş? Bakın" 
Mesela bu ayette "önce dolaşın, ondan sonra görün" manasında Değil, "dolaşın bu esnada/aynı zamanda görün" manasındadır. Burada summe (ثم) "aynı zamanda" mânâsına gelmiştir.
Hud 3 "istiğfar edin, summe Efendinize tevbe edin" 
Halbuki istiğfar ve tevbe ayrı şeyler değil, istiğfar, hatadan dolayı af istemek; Tevbe ise hatadan dönüş demektir. Tevbe etmeden istiğfar edilmez. İkisi bir arada yapılır. 
Alimran 59 "Allah onu topraktan yarattı, summe 'ol' dedi, oluştu"
Halbuki ol demesi ile oluşum meydana geliyor. Yani topraktan yaratmasından önce "ol" demiştir. Bu emir, topraktan yaratma esnasında devam eder. 

➡ Ayetlerde geçen “sema” kelimesi gezegen yerine kullanılmaktadır. Sema kelimesi, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. Yağmura, buluta bile yerden yukarıda olması sebebiyle “sema (gök)” denilmiştir. (müfredat: سما) “Gök anlamına gelen "sema" kelimesi müzekker ve müennes olarak gelir ve şekillerinde çoğulları yapılır. el-Accac der ki:"Onu rüzgarlar ve gökler (yani: yağmurlar) sarar"
Üst tarafta bulunup da seni gölgelendiren her şeye "sema" denilir. O bakımdan (Arapçada) evin tavanına "sema" denilmiştir. Aynı şekilde "sema" yağmur anlamında da kullanılır; çünkü yağmur semadan (yukarıdan) gelir. Hassan b. Sabit der ki:
"Hashâs oğullarının bazı toprakları var ki kurudur
Oraları topraklar ve sema gizleyip örter."

Bir başka şair de şöyle demişir:
"Sema (yağmur) bir kavmin arzına yağdı mı İsterse onlar kızsınlar biz orada otlatırız."
Çamur ve ota da "sema" ismi verilir. Mesela: "Sizin yanınıza gelene kadar semayı çiğneyip durduk" denirken kastettikleri otları ve çamurları çiğneyip durdukları şekildedir. Yine yüksekte kaldığı için atın sırtına da "sema" ismi verilir. Şair der ki:
"Atlas gibi kırmızı semasına gelince Hep ıslaktır. Arzı ise kuru mu kuru.."
Üstte kalan şeye "sema", aşağıda kalan şeye de "arz" denildiği önceden de açıklanmıştır (kurtubi, bakara 19. Ayet) 

Şimdi bu bilgiler ışığında “sema” kelimesi ile ne kasıt edildiğine bakalım;

Fussilet 9. Ayette yerin iki günde(evrede¹) yaratıldığı, 10. Ayette dört günde(evrede) gıdaların takdir edildiği ve yerde sabitler oluştuğu anlatılır. 

11. Ayette ise, bu olaylar olurken summe/aynı zamanda DUMAN (gaz) HALİNDE OLAN semaya planını uyguladığı², yazar. Devamında yani, 12'de, yedi sema olarak tamamladığı³ yazmaktadır. 

¹: “gün =yevm(يوم)”kelimesi eski sözlüklerde "dönem, çağ, evre" anlamında kullanılır. Bunu kur'an ayetleri ile de anlayabiliriz ;
Kur'an'ın pek çok ayetinde "kıyamet GÜNÜ (يوم القيامة)" ifadesi geçer (örnek :2/85)

Bu ayetlerde "gün" kelimesinin "dönem, zaman, evre" manasında olduğunu anlıyoruz. Çünkü kıyametin 24 saatlik bir zaman diliminden oluşmadığını biliyoruz.

Ayrıca bir diğer delil de Kur'an'a göre zaman görecelidir.
Bunu şu ayetlerden anlayabiliriz ;
Mearic 4 "süresi 50.000 yıl olan 1 günde ona yükselir"
Hac 47 "Allah katında 1 gün sizin saydığınız 1000 yıl gibidir”

²: ayette (استوا) kelimesi kullanılır ve bu kelimenin manası budur. (müfredat: سوا) 

³: ayetteki (قضا) kelimesi, hüküm etmek/tamamlamak mânâsına gelir. (müfredat) 


Sema, bu ayetlerde gezegenler manasındadır. Bilimsel açıdan uyumlu olup olmadığını kontrol edelim;

Gezegenler, merkezde oluşan Güneş’in çevresinde artakalan gaz ve tozdan meydana geldi. Bu toz ve gaz bulutu, başlangıçta Güneş’in çevresinde dönen, bir disk biçimini aldı.İlkel Güneş Sistemi’nde, toz parçaları bir araya gelerek “kondrül” denen küçük göktaşlarını oluşturdular. Kondrüller birbirleriyle ve çevrelerindeki toz parçalarıyla birleşerek “kondrit” denen göktaşlarını oluşturdu. Günümüzdeki göktaşlarının büyük bölümü de kondritlerdir. Kondritler birleşerek son aşamada “gezegencik” denen ilkel gezegenlere dönüştüler. Gezegencikler oluştuğunda artık ortada fazla gaz ve toz kalmamıştı. (kaynak: gezegenler gen.tr: gezegenlerin oluşumu) 

Gezegenler gazdan (dumandan) oluşmaktadır. Tabi bu oluşum hemen bir anda olup bitmiş bir şey değildir. Dünya oluşum esnasında iken, diğer gezegenler de oluşum aşamasında idi. Fussilet 9-12 ayetlerinde anlatıldığı üzere, dünyada gıdalar oluşurken ve yaratılış devam ederken aynı esnada gezegenler dumandan oluşuyordu, yedi sema olarak oluşumu tamamlandı. 


Ayetin atmosferden bahsettiğini düşünelim. Yine bilimle tamamen uyum içinde. Atmosferin oluşumu hakkında bilgi almak gerekiyor;

Dünyanın ikinci ve daha yoğun atmosferi dünyanın iç 
kısımlarındaki erimiş kayalardan volkanik aktiviteler 
yoluyla yüzeye çıkan gazlar tarafından oluşturulmuştur. 
Volkanların o zamanlarda çıkardığı gazların bileşimi ile 
bugünkü bileşiminin aynı olduğu varsayılmaktadır. Bu 
gazlar %80 su buharı (H2O), %10 karbondioksit (CO2)ve yüzde bir kaç azottur (N).
Aradan geçen milyonlarca yıl içerisinde, dünyanın 
sıcak iç kısmından dışarıya doğru fışkıran gazlar, bulut 
oluşumuna izin verecek kadar zengin bir su buharı 
içeriğinin oluşmasını sağladı. Binlerce yıl yeryüzüne 
düşen yağmurlar akarsuları, gölleri ve okyanusları 
oluşturdu. Bu periyot boyunca önemli miktarda CO2
okyanuslarda çözündü. CO2’nin diğer önemli bir kısmı 
da karbonatlı tortul kayaçlar (kireçtaşı, CaCO3) 
içerisine hapsedildi. Su buharının önemli bir kısmının 
yoğunlaşması ve CO2’nin azalması sonucu atmosfer 
azot bakımından daha zengin bir hale geldi. 

(...) 
Günümüz atmosferinde azottan sonra en bol 
bulunan oksijenin (O2) bugünkü düzeyine ulaşması 
oldukça yavaş gelişen bir sürecin sonunda 
gerçekleşmiştir. Bu süreçte su buharı güneşten 
gelen yüksek enerjili ışınlar tarafından hidrojen ve 
oksijene ayrılmıştır (fotodissosiyasyon). Bunlardan 
oksijen dünya atmosferinde kalırken, daha hafif bir 
gaz olan hidrojen uzaya kaçmıştır ( H’nin günümüz 
atmosferindeki hacimsel oranı % 0.0006 kadardır).

 (Dr melik kara, yerküre ve atmosferin oluşumu,) 

Üstteki gibi Pek çok kaynakta da atmosferin buhar, duman, gaz halinde olduğu ve dünyanın oluşumu esnasında oluştuğunu belirtiyor. 

"79. Rüzgar olmasa gemiler durur diyor. (Şura: 33)"muş! 

Şura 32-33 “denizde akıp gidenler¹… Dilerse O, rüzgârı² durdurur da onun (denizin) üstünde durgunlaşırlar³. 
Geminin Arapçası "sefinet سفينة" ve "fuluk فلك" olarak geçer.

Örnek ayetler ;
Rum 46".. وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪... "[onun Emriyle akıp giden GEMİLER (fuluk فلك) ..].
Kehf 79.Ayet: اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ [GEMİ (sefinet سفينة) denizde çalışan yoksulların...]


Ayetin arapça metnine bakabilirsiniz hiçbir yerinde gemi manasında olan " sefinet سفينة" veya "fuluk فلك" geçmez.

Mealler kendi anladıkları kadarıyla buraya parantez içinde "gemi" ifadesini ekliyorlar.

¹: “akıp gidenler” manasında (تجري) fiili kullanılıyor. Bu fiil, “nehirler akan cennetler” ayetinde de kullanılır. 
Halbuki denizde dağlar gibi akıp gidenler ve rüzgara bağlı olanlar dalgalardır.

²: ayetteki (ريح) kelimesine genelde “rüzgar” diye yorum yapılmış. Ancak bu kelime “kuvvet, güç, enerji” mânâsına da gelir. (müfredat :روح) Örneğin enfal 46. yette aynı kelime açıkça “kuvvet” manasındadır.

³: Ayette "ravekid رواكد" rkd kökünden gelen kelimenin anlamı "durgunlaştı /dindi" anlamına gelmektedir.
Örneğin: ركد الماء والريح. [rüzgar ve yağmur durgunlaştı /dindi (rkd ركد)] demektir.

Zaten mantıksal açıdan 
O dönemde kürek vardı. Birisi çıkıp "ey Muhammed rüzgar olmazsa kürek var." diyemez miydi? 
Her açıdan baktığımız zaman sonuç olarak şuna ulaşıyoruz;
Ya âyette kasıt edilen şey dalgalar; ya da anladığımız şekilde bir geminin durması değil, insanların güçlerini kaybedip gemilerin hareketsiz kalacağını mecaz bir yolla anlatıyor. 



80. Boşanma konusunda kadını 3 kez boşayıp başkasıyla evlendirip boşarsan tekrar sana helaldir gibi garip bir mantığa sahip. (Bakara: 230)

Olayın mantığını anlamadığımız sürece, garip gelmeye devam edecektir. 

Malumdur ki, İslamda, Boşanmada kadının beklemesi gereken bir süre vardır. (bakara 226-229) fakat şöyle bir sıkıntı var ki, ilgili ayetler gereğince erkek eşine dönüş yaptığı anda bu süre bozuluyor ve tekrar boşanma olursa, kadının aynı süreyi tekrar beklemesi gerekecek. Kadına zarar vermek isteyen bir erkek, bugün dönüş yapar, bir ay sonra tekrar boşanabilir. Bunu hep yaparak kadını ne evli ne bekar gibi bir konumda tutup ona bir çeşit eziyet edebilir. 

İslam buna engel olmak için böyle bir hüküm vermiştir. 

81. Göklerle yer bitişikken onları ayırdığını iddia ediyor. (Enbiya: 30) 


“gökler ve yer” ifadesi, bir “bütün evren” manasında kullanılır. Örneğin şu ayetlere bakalım;

24/35 "Allah 'göklerin ve yerin' nûrudur.."
2/116 "... göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur.."
7/54 "... Gökleri ve yeri altı evrede yaratan... "
(örnekler çoğaltılabilir)
Bu deyimin kullanıldığı ayetlere baktığımızda "gökler ve yer" deyiminin "bütün evren" manasında olduğunu görebiliriz.
 Bu durumda ayeti
➡ "bütün evren birbiri ile bitişik iken ayırdık" şeklinde anlayabiliriz. 
Big bangin ilk anında bütün madde, her şey birbiri ile bitişik iken patlama ile ayrılıyor. Tam tarif

82. Diğer kitaplar gibi varlığına kanıt olmayan Nuh'un gemisi efsanesini anlatıyor. (Muminun: 27), (Hud: 37-38-42-44), (Araf: 64), (Yunus: 73), (Şuara: 119), (Ankebut: 15-65)

Tarihte varlığı anlatıldığı halde, varlığına dair arkeolojik bir kanıt olmayan pek çok şey vardır. 

Örneğin Nuh tufanı, benzer olarak gılgamış destanı diye geçer.. Ki bu destanı anlatan tabletlere bile tamamen ulaşamıyor iken, çok daha önceden olmuş bir olayın kalıntısı nasıl bulunabilir? Bu konuyla ilgili olacak tek kanıt, ilgili metinlerde geçen tarihi bilgilerdir. Birçok kaynakta, aynı olayın farklı isimler ve farklı olaylar ile anlatıldığı görülür.

Tarihte yazılmış en eski destan olan gılgamış destanı :“.... Tanrılar bir tufan ile insanları yok etme kararı alırlar. Ancak Utnapiştim, Tanrı Ea’nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitli zenaat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölümden oluşan bir gemi inşa eder…. “

Manu olayı :
“.... Tanrı Vishnu dünyadaki tüm insanları doğru yoldan çıktıkları için yok edeceğini ancak Manu’nun kurtulacağını, bunun için de bir gemi yapıp o gemiye bitki ve hayvanlardan numune almasını ve bir de halat almasını emreder….” 
(kaynak: Wikipedia) 
Kuran ve tevratta anlatılan bu olayın, benzerinin başka kaynaklarda geçmesi, bu olayı tarihsel olarak kanıtlar. 

 Kuran şunları söyler;

Ala 18-19 “şüphesiz bu öncekilerin suhuflarında da vardır” 
Bakara 4 “onlar sana inene de senden önce indirilenlere de inanırlar” 
Nahl 36 “biz her topluma ‘Allahtan başkasına kulluk etmeyin tâğuttan kaçının’ diye elçi gönderdik” 
Bakara 
136- "biz ona Teslim olanlar olarak, Allah'a ve bize [topluca] indirilene inandık. Efendilerinden İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakuba ve Torunlarına [topluca] indirilene inandık . Musa'ya İsa'ya verilene inandık. [Efendilerinden] peygamberlere ne verildi ise inandık, onlardan hiçbirinin arasında ayrım yapmayız³." deyin.

Her topluma elçi ve sayfalar gönderilmiş olduğuna göre, kuran'da anlatılan olayların benzerini eski kaynaklarda görmemiz gerekir. Bundan dolayı benzerlik, bu kaynakların temelinin vahye dayandığını gösterir

83. Mekke'de ayetler barışçılken Medine'de Muhammed güçlenince vahşi ayetler geliyor. (Kafirun: 6), (Tevbe: 29) 

Medine döneminde, peygamberin güçlü olduğu dönemde inmiş ayetlere örnekler;

Mümtehine 8 “Allah sizi dini uğrunda öldürmeyen ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz” 

Enfal 61 “onlar barışa yanaşırlarsa, sende barışa yanaş” 

Bu ayetler Medine döneminde inmiş olarak ateistlerin bu iddiasını çürütüyor. 🙂 İslamda savaş ve barış, şartlara göredir; güce göre değildir! 
Hac 39"zulme uğradıkları için savaşa müsade edildi” bu ayet İslamdaki savaşın mantığını özetliyor. Savaş sadece savunma amaçlıdır ;
Bakara 190 “size savaş açanlara karşı savaşın haddi aşmayın” 

84. Muhammed'in "sapık" olmadığını savunan ayet var. (Araf: 61)

Araf 61.Ayet: قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ ب۪ي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّ۪ي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
[“Ey kavmim, ben yanlış bir yolda değilim, fakat alemlerin Efendisinden (gelen) bir elçiyim] 

Ayetteki “delaletun=ضلالة” kelimesi “sapıklık” diye meal edilmiş, ancak sapıklık, dilimizde “ahlaksızlık” manasında yaygındır. Ancak âyette bu manada değildir. 
Bu kelime, kuranda genellikle hidayetin/doğru yolun karşıtı olarak kullanılmaktadır. 

Yani âyette “Muhammed sapık değil” yazmıyor “Muhammed yoldan çıkmış değil” yazıyor. 

85. Gece ve gündüz bilimsellikten çok uzak anlatılıyor.

Gece ve gündüz gayet normal anlatılıyor. “oruç gecesi,”, “kırk gece söz vermiştik”, “geceleyin sizi vefat ettiren”, “geceyi dinlenme VAKTİ kıldık” gibi ayetlerde normal zaman dilimi olarak anlatılıyor. Tabi olayın bir de mucizevi yönü mevcuttur ;

Gece ve gündüz ifadesi, bütün olarak dünyayı kasıt ediyor. Tıpkı “gökler ve yer” diyerek bütün evreni kasıt ettiği; “doğu ve batı tarafları” diyerek bütün yönleri kasıt ettiği gibi. Bununla ilgili birkaç örnek verelim;
“göklerde ve yerde ne varsa hepsi ona itaat eder” “gökleri ve yeri yaratan” “yerde ve gökte hiçbir şey ona gizli kalmaz” örneğin bu ayetlerde hep “bütün evren” manasında kullanılıyor. Mesela “gökler ve yer harici olanlar Allah'a ait değil, Allah'a gizli kalır, Allah'a itaat etmez” diyemeyiz. 

Benzeri olarak “doğu ve batı taraflarına çevirmek, iyilik değildir” ayetini “kuzey ve güney taraflarına çevirmek iyiliktir” olarak anlayamayız. Çünkü doğu ve batı, her taraf manasında kullanılıyor. 

Şimdi bu bilgiler ışığında, şu Ayete bakalım;
Enbiya 33 “geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı yaratandır. Onların¹ her biri, yörüngede yüzer.” 

arapçada çoğul en az üç olduğu için burada güneş ve ay ile birlikte, dünyaya da atıf olmuştur. Malumdur ki, dünyanın, güneşin ve Ay'ın her biri bir yöne doğru yüzer

86. Mikail'in meteorolojiden sorumlu olduğu söyleniyor ama trilyonlarca gezegen var.

Bunu kur'an söylemiyor. Kur'an'da meleklerin çeşitli rolleri anlatılır. Ancak meteorolojiden sorumlu olduğunu söyleyen bir ifade yoktur. 

87. Tatlı suda mercan ve inci yetişebileceği anlatılıyor. (Rahman: 19-22)

Rahman 19-22 ayetlerinde “tatlı su” ifadesi geçmez. Parantez içinde mealler ekler


88. Tevrat'tan alıntılar yapılırken hata yapılmış, Zebur kitap zannediliyor. (Kuran/Maide: 45 - Tevrat/Mısırdan çıkış: 21:23.25), (Kuran/Enbiya: 105 – Tevrat/Mezmurlar: 37:29), (Kuran/Araf: 40 – İncil/ Matta 19:24–Markos 10:25–Luka 18:25), (Kuran/Ali İmran: 93 – Tevrat/Yaratılış Bölümü 32:22.31), (Kuran/Hicr: 9 – Tevrat/Yeşaya: 40/8 – İncil/Matta: 5-18) 
Arapçada, “kitap” [كتاب] “yazılan” demektir. Yani üzerine iki kelime yazılmış bir sayfaya bile “kitap” deniyor. (lisanul Arab : كتب maddesi, Ayrıca Mufradat : كتب) zebur, yahudiler tarafından “Tanah” denilen, Hristiyanlar tarafından da “eski anlaşma” kabul edilen edilen kutsal kitapta yazılı bir bölümdür. Arapçada, Yazılı herhangi bir sayfaya bile “kitap” denilir. Bu yüzden, ayetin kutsal metne aykırı bir tarafı yoktur, geçersiz bir iddiadır. 

Ayrıca, “kitap” derken, kitabın hükümleri de kasıt edilir. Mesela, kur'an ilk indiği zamanlarda kitap halinde değilken “sana kitabı indirdik” ayetleri görülür. Halbuki burada kasıt, kur'an mushafı değil, hükümlerin kendisidir. 

Ayriyeten sayılan kitabı mukaddes ayetleri ile kuran ayetleri arasında hiçbir çelişki yoktur. 


89. Cennet sadece erkeklere özgü bir harem gibi anlatılıyor.

Alimran 195: “Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O´nun katındadır.”

Nahl suresi 97: “erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”

Ahzab Suresi, 35: Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.

Ahzab Suresi, 73: Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azaplandıracak; mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Hadid Suresi, 12: O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk’ budur.



Kur'an'ın hitap şeklinin lokal olduğunu daha önceden de belirtmiştim. Kur'an'da, bazı ayetlerde lokal örnekler vererek, “altlarından ırmaklar akan cennetler, bahçeler, meyveler, altın gümüş” vaad edilir. Halbuki bunlar ilk muhatabı için sadece bir örnektir. Cennet, bununla sınırlı değildir. 

İddiaya gelince;
 Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntı bir açıklama bırakıyorum;
Ayrıca onları, iri gözlü hurilerle de evlendirmişizdir. (Dühan Suresi -54)

Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak. Onları, iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir. (Tur Suresi -20)

Çadırlara kapanmış huriler. (Rahman Suresi -72)

Kur’an’da geçen huri sadece erkeklere değil, kadınlara da verilecek olan cennet hizmetçileridir tıpkı vildan ve gılman gibi… Zıddına bir söz ve yönlendirme olmadıkça Kur’ân’ın bütün âyetleri erkekler gibi kadınları da içine alır. Hûrilerin takva sahiplerine eş edilmesini konu alan üç âyette (Duhan 54. Tur 20, Rahman 72) de aksine sözlü bir belirteç olmadığından Hurilerin erkekler gibi kadınlara da eş edilecekleri anlaşılır. Kadınlara eş edilecek Hûriler cinsel partner değil, özel hizmetçi olacakları açıktır. Cehennemde nasıl azap melekleri varsa; cennette de hizmet melekleri vardır. Ayrıca cennet nimetleri açısından kadın erkek arasında fark yoktur (bkz: Al-i İmran 195; Nahl 97; Tevbe 72; Nisa 124; Ahzab 35). Hurilerin güzel olduğu belirtilse de Dünya’dakine benzer bir cinsellikleri olacağı kimsenin bilemeyeceği bir konudur. Çünkü Allah’ın kitabında böyle bir bilgi verilmemiştir. Huri’nin erkeklerin hoşuna gittiği açıktır. Allah’ta hoşlarına gitsin ve Cennet için gayret etsinler diye bildirmiştir. Ama bunun yanında kadınların hoşuna gidecek Cennet tasvirlerine de yer vermiştir. Örneğin:

Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir. (İNSAN/21)

Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir. (FATIR/33)

Gümüş, altın bilezikler, inciler ve ipek elbiseler erkeklerin değil kadınların ilgi alanına giren konulardır.

Yine de bunlar Cennet’ten sadece birer örnek olup çölde bir kum tanesi bile değildir.

Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. (Zuhruf 71)

90. Allah'ın bazı insanlara hidayet vermediği ve onları yakacağı söyleniyor.
Allah kimi hidayete iletir? ;

 "Kuşkusuz Allah kendisine yöneleni de hidayete erdirir."
(13:27)

Allah kimi hidayete iletmez?

 "Bilgisizce insanları saptırmak için Allah´a karşı yalan uydurandan kim daha zalimdir! Şüphesiz Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez."
(6:144)

Allah kimi saptırır?

"Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir."
(9:115)

"Allah fasıklardan başkasını SAPTIRMAZ"
(2:26)

" Onlar yoldan sapınca Allah da onların kalplerini saptırdı"
(61:5)
Görüldüğü üzere Allah keyfiyetine göre değil, insanların yaptıkları sebebiyle, hidayet veriyor veya yoldan saptırıyor.
Son olarak da;
İnsan suresi 3. Ayet “biz insana yolu gösterdik ister şükreder ister nankör olur”
91. Göğün yere düşmemesi için tutulduğu yazıyor. (Hacc: 65)


Bilimsel açıdan da sorunu yoktur. Kur'an ne anlatıyor? 
➡Gök ve yer bitişik iken birbirinden ayrıldı (Enbiya 30) 
➡Gök genişliyor (zariyat 47) 
➡Gök tutulmuyor olsaydı, düşerdi/içine çöker, eski durumuna (bitişik haline /Enbiya 30) dönerdi. 

Evrende “karanlık enerji” denilen verilen bir enerji türü vardır evrenin genişleme hızını arttırır. (TÜBİTAK) eğer bu enerji olmasaydı, evren çekim gücü yüzünden içine çöker, ilk durumuna (baştaki gibi tek noktaya) dönerdi. 
Yani karanlık enerji, göğü (uzayı) tutuyor. yette de göğün tutulmuş olduğu söylenir. 

Hac 65 “göğü (uzayı) yere düşer/çöker diye tutuyor” 
1400 yıl öncesinden, çöldeki bir insana bu olay ancak bu şekilde anlatılabilir. 

Üstteki kendi görüşüm, ancak farklı bir görüş olarak Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alınan bir yazı bırakıyorum;

 bunun gökyüzü olduğunu farz edelim;

“Yeryüzü bilimcilerine göre, yer kabuğu sadece katı materyalleri (6 ila 70 km) değil aynı zamanda hidrosferi (denizler, yerüstü ve yer altı suları) ve atmosferi de kapsamaktadır. Çünkü atmosfer de bu kabuktan oluşmuştur üzerinde asılı durmaktadır ve kabukla bağlantısını koparmamıştır. Sürekli etkileşim halindedirler. Kısacası atmosfere yer kabuğunun uçucu bileşenleri olarak bakarlar [1]

Bilim insanlarına göre ilk atmosfer volkan bacalarından çıkan metan ve amonyak ve karbondioksit gazlarıyla oluşmaya başladı. Yani ilk atmosfer Dünya’mız üzerinde tam bir duman perdesi idi. Daha sonraki devirlerde bitkilerin fotosentez yapmasıyla birlikte karbondioksit seviyesi düşüp oksijen seviyesi yükselmeye başladı ve atmosfer bugünkü halini aldı. [2]Şekil 1: Volkan bacalarına bir örnek. Yeryüzünün ilk hali bu dumanlardan dolayı görünmeyecek seviyedeydi.

Atmosferin Dünyamız üzerinde yükselmesi gazların uçuculuğundan dolayıdır. Gazların uçup uzaya dağılmaması ise Dünya’nın yerçekimi etkisinden dolayıdır. Hidrojen gibi hafif gazlar yerçekiminden daha kolay kurtulduğu için atmosferi oksijen gibi daha ağır gazlara terk ederler, bu ise yaşamın devamlılığını sağlar. Peki, Dünya’nın yerçekimi daha fazla olsaydı ne olurdu? Cevap: Gazlar yer kabuğundan ayrılamazdı ve şu an olduğundan çok daha ince bir atmosfer olurdu veya atmosfer hiç oluşamazdı, yerkabuğu ile birleşik olurdu. Mars’ın atmosferinin olmamasının sebeplerinden biri de ağır kütle çekimidir. İnce tabakalı oluşan son atmosferi de milyarlarca yıl önce bir güneş fırtınasında savrulup uzaya uçmuştur.

Bu ön bilgiler ışığında şu ayetlerin harikalığına bir bakalım:

“Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmekten korur.” Hacc 65

Atmosferin yerin üzerine düşmemesinin nedeni Dünya’nın hafif kütle çekimi etkisi olduğunu söylemiştik. Yani daha ağır olsaydı atmosfer yer üzerine çökmüş olacaktı. Peki, 1450 sene önceki bir kitabın bugünün bilimine tıpatıp uymasını ve hiçbir bilimsel çelişki barındırmamasını ne ile izah edebilirsiniz? İnsanların dehası ile mi, yoksa o kitapta konuşanın âlemleri yaratan ile aynı olduğu gerçeği ile mi?

Devam edelim, şu ayete bakın:

“İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” Enbiya 30

Burada da, bilimin tıpatıp söylediği gibi göklerin ve yerin başlangıçta bitişik olduğu sonradan ayrıldığı söyleniyor.

Buyurun bakalım ne ile izah edeceksiniz? Devam edelim;

Dünya’da bulunan kütle çekimi gücünün etkisinden dolayı Dünya (ve diğer gezegenler) küremsi şekle sahiptir. Dünya’nın ve diğer gezegenlerin başka şekil almaları mümkün değildir. Yani bir gezegen bir yıldızdan koptuğunda eğri büğrü bir şekli varsa da zamanla ister istemez küremsi veya geoit olacaktır. İstese de istemese de şekli buna dönüşecektir. Yine atmosfer Dünya’nın kütle çekiminden dolayı istese de istemese de orada asılı kalacaktır. Çünkü fizik sabitleri hassas bir şekilde bu sonucu verecek şekilde ayarlanmıştır. Ne atmosferin uçuculuğu yerden kopmasını sağlayabilir, ne de yer kendine tamamen çekip onun oluşumunu engelleyebilir. Çok hassas ayarlarla atmosfer Dünya üzerinde asılı kalmıştır. 
Peki şu ayete bakalım:

Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler. Fussilet 11

Daha önceden ilk atmosferimizin duman halinde olduğunu söylemiştik. Sonra fizik ve kimya sabitlerinin etkisi ile Dünya kaçınılmaz hali olan bu halini almıştır. Yani burada üç harika gerçek var. Birincisi atmosferin ilk halinin duman olduğunun bildirilmesi, ikincisi ise “isteyerek veya istemeyerek” derken fizik sabitlerinin evreni oluşturan gücünü göstermesi. Üçüncüsü göklerin ve yerin sonradan bu hale döndüğünü belirtmesi. Buradaki isteyerek veya istemeyerek kelimesinin başka derin anlamları da var. Bunları da insanlık ileride mutlaka öğrenecek ve şaşıracaktır.

Bütün bu harika ayetleri ne ile açıklayacaksınız. Buyurun hadi bakalım. Kuran meydan okuyor. Şimdi bize on tane çok garip gelecek bilimsel teoriler söyleyin, söylediklerinizle şaşırtın bizi ve 1450 sene sonraki teknoloji ile anlayalım ki söylediklerinizin hepsi doğruymuş. İşte Kuran’ın nasıl bir meydan okuma yaptığını şimdi anlayabildiniz mi?

“Yoksa “onu (Kur’an’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi uydurma on sûre getirin.” Eğer size (bu konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık müslüman oluyor musunuz?” Hud 13-14

( Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntıdır.) 

92. Nisa 11-12 ayetlerinde matematik hesap hatası yapılıyor.


Bu iki ayetteki matematik hatası iddiasına cevap vermeden evvel, şuna değinmek istiyorum;

 popüler olan ama eksik bilgi vardır ki: hz. Ömer, zamanında bu hatayı (!) fark etmiş ve bunu düzeltmek adına avliye yöntemini geliştirmiştir. Bu yöntemle, kur'an'ın verdiği oran harici bir oranla, bu hata (!) yok oluyormuş.
Bunu söyleyen kişilerin, bilmediği nokta ise; halife Ömer, bunu söylediği zaman, herkes bunu kabul etmemiştir. Ibni Abbas karşı çıkmıştır. Ibni Abbas'ın, peygamberden "Allah'ım, onu dinde fakih yap" diye dua aldığını da belirtmek isterim.

Öncelikle ayeti iyice anlayalım;

Nisa 11. Ayet;

"Erkeğe, iki kızın misli vardır"
Kız 1/3 erkek 2/3. Bu sadece çocuklar için geçerli. 

 "Eğer, [iki veya] ikiden fazla kız idiyse, mirastan üçte ikisi onlarındır." 
Kızlar iki veya ikiden fazla olduğu zaman, kızlar 2/3, erkek 1/3 alıyor. 

"Eğer, bir tek kız idiyse, yarısı onundur."
Tek kız ise, 1/2 kıza ait 

"Eğer onun [ölünün] bir çocuğu varsa, mirastan ne kaldı ise, ondan ana-babasının da, o ikisinin her birinin altıda bir (payı) vardır."
Anne ve baba 2/6 alıyor, geriye kalan çocuklara gidiyor. 

"Eğer, hiç bir çocuğu yoksa, onun ana-babası ona mirasçı oluyorsa, o halde annesine [mirastan kalan paydan] üçte bir vardır."
Anne 1/3, baba 2/3 

"Eğer onun kardeşleri varsa, o halde [mirastan kalan paydan] annesine altıda bir vardır."
Ölenin kardeşleri varsa, anne 1/6, 

Nisa 12. Ayet;

"Eğer, eşinizin [kadınların] hiç bir çocuğu yoksa, eşinizin bıraktığının yarısı sizindir." 
Çocuk yoksa, erkek 1/2 alır. 

"Eğer, bir çocuğu varsa, ne bıraktılar ise, ondan dörtte biri sizindir." 
Çocuk varsa, erkek 1/4 alır. 

"Eğer hiç bir çocuğunuz olmadıysa, ne bırakmış iseniz, ondan dörtte biri onlarındır."
Çocuk yoksa, kadın 1/4 alır. 

"Eğer bir çocuğunuz var idiyse, ne bırakmış iseniz, ondan sekizde biri onlarındır."
Çocuk varsa, kadın 1/8 alır. 

Öncelikle ıbni Abbas'ın görüşüne bakalım;
Bir rivayete göre;
“Eğer, (Ömer) Allah’ın öncelikli yaptıklarını öncelikli yapsaydı, sonraya bıraktıklarını sonraya bıraksaydı avliyye olmazdı. İbn Abbâs’a ‘Allah kimi öncelikli kıldı, kimi sonraya bıraktı?’ diye soruldu. O da, ‘Hisseleri bir hisseden başka bir hisseye değişen anne, karı ve koca gibi mirasçıları öncelikli kıldı. Hisseleri bir hisseden terekenin kalanını almak şeklinde değişen kız kardeşlerle kız çocukları sonraya bıraktı.’ dedi.” “Hisseler avletmez, karı, koca, anne ve babanın hisseleri eksilmez, erkek çocuklarla kız çocukların, erkek kardeşlerle kız kardeşlerin hisselerinde eksiklik olur.” dediği söylenir. (kaynaklar için, Süleymaniye vakfı sitesinin "avliye meselesi" başlıklı yazısını okuyunuz)



Şimdi popüler hata iddiasına bakalım;
“bir adam öldü ve geride üç kız evlat, bir ana, bir baba ve eşini bıraktı.. yukarıdaki ayetlere göre miras paylaşımı şöyle olacaktır:üç kız evlada mirasın 2/3'ü, ana ve babanın her birine 1/6, karısına 1/8 kalacaktır.

bu durumu, matematiksel olarak hesaplarsak:

(2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8 )= 27/24 = 1,125 bulunur! (halbuki 1,0 olması gerekirdi!..)

bu sonuç kur'an'da verilen oranların hatalı olduğunu göstermektedir. çünkü mirasın %112,5 u mirasçılara dağıtılamaz. böyle %100'ün üstünde bir dağıtım yapmak imkansızdır.”


Bu iddiaya dikkat ederseniz, iki farklı durumu, aynı duruma katıp matematik hatası çıkarmaya çalışıyorlar. ;

Aynı örnek üzerinden gidelim;

 48.000 TL üzerinden örnek verelim

Öncelik, eş alır:

Eş: 1/8 = 6.000 (Nisa 12 "çocuğunuz var idiyse, ne bırakmış iseniz, ondan sekizde biri onlarındır")

Anne: 1/6 = 8.000, baba : 1/6 = 8.000 toplamda 16.000 (Nisa 11 "Eğer onun [ölünün] bir çocuğu varsa, mirastan ne kaldı ise, ondan ana-babasının da, o ikisinin her birinin altıda bir (payı) vardır.")

 kızlar : kalan mirası alır. ( Nisa 11. Ayette verilen hükme göre anne ve babanın hisseleri belirtiliyor. Arta kalan miras ise çocuklara gidiyor. Ayette ayriyeten çocukların hükmünü vermeye gerek kalmıyor)

Görüleceği üzere, ayette bir problem yoktur. Paylaşımda sıralama öncelikle eşin ve ana-babanın payını alması, ardından da kalanın çocuklar arasında paylaşılması şeklindedir. 
Peki bu sırayı ayetin neresinden anlıyoruz? 
Hissesi bir hisseden başka bir hisseye değişen anne ve Eş öncelikli olarak alıyor. Nisa 11-12 ayetlerini okuduğunuz zaman bunu göreceksiniz. Çocuklar ise hep kalanı aldıkları için sonraya bırakılmalıdır. Mesela şuna dikkat edelim; "Eğer onun [ölünün] bir çocuğu varsa, mirastan ne kaldı ise, ondan ana-babasının da, o ikisinin her birinin altıda bir (payı) vardır." yani ⅙ ama-baba alınca, haliyle arta kalanı çocuklara gidiyor. 


93. Güneşin sıradan bir yıldız olduğu bilinmiyor.

İddianın mantıksız oluşuna, mantıksız bir örnek dahi bulamadım! Çünkü bir şeyi, bir sınıfa dahil edenler biziz. 

Kurandaki herhangi bir ayetten, güneşin yıldızdan ayrı veya yıldız kategorisine dahil bir şey olduğu sonucu çıkmaz. O dönem insanları için, güneş ayrı, ay ayrı, yıldızlar ayrı olduğu için, kuran ayrı ayrı her birinden bahseder. Buradan güneşin yıldız olduğunu bilmiyor sonucu çıkmaz. Çünkü kuran “yıldızlar ayrı güneş ayrı bir kategori” demiyor. Anti tez olarak sunulacak Araf 54. yette “... Güneş, ay ve yıldızlar….” ifadesi verilebilir. Mesela burada güneş ve Ay'ın, yıldızlardan ayrı sayılması sebebiyle, ilk bakışta kuranın ayrı kategorilere koyduğunu düşünebilirsiniz. Ancak diğer ayetlere bakılırsa, bunun bir tez olmayacağını görebilirsiniz. Örneğin bakara 98. yette “.. Allah'a, Meleklerine, resullerine, Cebrail'e ve Mikaile düşman olursa…” Cebrail ve Mikail'in özel bir konumda olması sebebiyle, melek oldukları halde ayrı zikir edilmiştir. Halbuki onlar da melek, fakat konumu sebebiyle ayrıca zikir ediliyor. Güneş ile ilgili Ayette, güneşin yıldızdan ayrı zikir edilmesi güneşin yıldızlardan olmadığını göstermez. Onun diğer yıldızlara göre, dünya için daha özel bir konumu olduğunu gösterir. Ayrıca kuranın hitap ŞEKLİ lokal olması sebebiyle, o dönem insanlarında güneş ayrı bir konumda idi. Bu sebeple ayrı zikir edilmiş olabilir. 

94. Bilimselliğe ters olarak her şey insan için yaratıldı mantığı var
Kur'an'da bütün evrenin ve her şeyin SADECE insan için yaratıldığına dair bir ayet yoktur. Aksine her şey her canlı için yaratılmıştır. Bu evrenin amacı insan ile sınırlı değildir. Evrenin başka bölgelerinde bilinçli canlılar olabilir.
Bu düşünce Kur'an'a zıt değildir.

Rad 15 "Göklerde ve yerde bulunanlar da sadece Allah için secde (itaat) ederler"

Meale pek yansımıyor olsa da Ayette " مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ /men fissemevat [göklerde bulunanlar]" kısmındaki "men من" ifadesi bilinçli varlıklar için de kullanılır.
Göklerde (uzayda) bulunanların da yerdekiler (dünyadakiler) gibi canlı varlıklar olduğu sonucu çıkar. 

95. Cinlerden bahsediyor, varlıklarına dair hiçbir bilimsel delil yok.

Cin (جن) sözlükte “gizlenen” demektir. (müfredat : جن) bu varlıklar metafizik olduğu için, varlıklarının bilimsel bir kanıtı olmaz. 
Fakat bu varlıklara inanmak, dogmatik (körü körüne inanışçı) olmak değildir. Başta evrenin sistematik yapısına bakarak bir yaratıcının varlığına kanıta dayalı bir şekilde iman ediyoruz, kuranın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olarak bize mucize sunuyor oluşunu baz alarak kuranın, bu yaratıcıya ait olduğuna kanıta dayalı bir şekilde iman ediyoruz. Cinlere de, kurana iman ettiğimiz için inanıyoruz. Kurana inancımız başta kanıta dayalı olduğu için, Cinlere olan inancımız da bizi dogmatik yapmıyor. 

96. Allah bazı ayetlerde pazarlık yapıyor.

Bir örnek vereyim;
Yetişkin bir insan, çocuğuna, iyilik yapması karşılığında ona hediyeler alacağını söyler. Örneğin “oyuncağını arkadaşına verirsen, sana ileride çok daha güzel bir oyuncak alırım” dediğini düşünün. Eğer, bu iddiayı yazan ateistin mantığıyla bakacak olursak, bu yetişkin insan için “pazarlık yapıyor” deriz. Ancak normal bir mantıkla bakacak olursak, “çocuğunu iyiliğe, ödüllerle teşvik ediyor” deriz. 

Şimdi örnek bir ayete bakalım;
Tevbe 111- Allah, inananların canlarını ve mallarını, cennet karşılığında satın aldı. 

Üstte verdiğim örneği düşünerek bakın bu ayetlere;
Bir pazarlık mı? Yoksa Allah'ın iyiliğe teşvik ettiğini mi görüyorsunuz? Allah, inananları canlarını cennet karşılığında satın almış - ki, Allah yolunda canını harcamak sadece savaşmak değildir. Her bir gayret, canını Allah yolunda harcamak demektir. Savaşı ise, kendini savunmak ve mazlumları korumaktır (bakara 190, Nisa 75)- ve mallarını da cennet karşılığında satın almıştır. -ki, Allah yolunda yapılan harcama, fakir, yoksul, yetim gibi insanlara yapılıyor- burada bir pazarlık değil, aksine bir teşvik görünüyor. Sanki Allah, iyilik uğruna malını ve canını ortaya koyan kişileri tacir, kendisini bir müşteriye benzetiyor. 

Bakara 245 “Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse, Allah ona kat kat fazlasını verir. Daraltan da Allah’tır, genişleten de. Zaten O’nun huzuruna çıkarılacaksınız” 

Üstteki açıklamaya binaen; bu Ayette Allah, fakir insanlara harcama yapmayı kendisine bir ödünç vermeye benzetiyor. Burada bir pazarlık değil, teşvik görülüyor..  

97. Hırsızlık haram ama savaşta ele geçirilenlerin yağmalanması helal. (Maide: 38), (Nisa: 24)

Daha önceki maddelerde Nisa 24. Ayeti izah etmiştim, ancak kısaca tekrar açıklayayım;
Nisa 24 “yeminlerinizin sahip oldukları müstesna, tüm evli kadınlar size (evlilik maksadıyla) haram edildi” 
Nisa 22. Ayetten itibaren evliliğin yasak olduğu kadınlar anlatılır. 24. yette de evli kadınlarla evliliğin yasak olduğu, ancak “yeminlerinizin sahip oldukları” denilen kadınlarla evliliğin yasak olmadığını belirtir. “yeminlerinizin sahip oldukları” dediği kişiler, ya cariyeler, ya da Mümtehine 10. yette bahsedilen muhacir kadınlardır (bkz : Ebu-s su'd ilgili ayet tefsirinde mevcuttur) her ne olursa olsun, bu kadınlarla evlilik yapılıyor. Evlilik iki tarafın rızasıyla olur. Zorla olmaz. Nur 33. yette “kızları, taşkınlığa zorlamayın” der. Bu ayet evliliğin zorla olmayacağına delildir. 

Meallerde parantez içinde “harp esiri olarak” ifadesi yazılıyor, bu şekilde böyle bir yanılgı ortaya çıkıyor. Halbuki bu ayet hakkında, üstte belirttiğim gibi mülteci kadınlar olduğu da söylenmiştir. 
Sonuç : Maide 38 hırsızlığı yasaklayan bir ayet, Nisa 24, “yağmalama” değil, evlilik hükmünü anlatan bir ayet
.
98. Nisa 23 ensesti yasaklıyor, Ahzab 50 sadece peygambere izin veriyor.

“Ensest, bir kişinin annesi, babası, kardeşi, büyük annesi, büyük babası, amcası, dayısı, halası, teyzesi, torunları ile olan cinsel ilişkisidir” 

Nisa 23. Ayet: ensesti yasaklar, ahzab 50. Ayet ensest'e izin vermez, ahzab 50. yette peygambere kuzenleri ile evliliği serbest yapar. Kuzenler, ensest veya Nisa 23. yette sayılan kişiler arasına girmez. Zaten ahzab 50. yette sayılan kişiler, Nisa 23. yette yasak edilmediği için, müminlere de helâldir. 

Sonuç: yine boş bir iddia.

99. Kuran'da "AŞK" kelimesi hiç geçmiyor.

Aşkı, Türkçede “çok sevmek, aşırı sevgi” manasında kullanıyoruz. Kur'an'da bu sevgi pek çok Ayette geçer;

Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Hristiyanlarız” diyenleri bulursun. ” (Maide Suresi, 82)

Hz. Muhammed’in merhameti, müminlere olan sevgisi ve düşkünlüğü, Müslümanlar için çok güzel bir örnek oluşturur. Allah Kuran’da Hz. Muhammed’in bu üstün ahlakından şöyle bahseder:

Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)

Kuran’da Hz. Yahya için Allah, ”Katımız’dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi.” (Meryem Suresi, 13) der. Sevgi duyarlılığı ve temizlik mümin alametidir.

Güzel Söz, İyilik, Sabır ve Merhamet Sevgiye Vesile Olur

İslam’ın güzel ahlakını tüm insanlara tebliğe niyet eden birinin, o ahlakı üzerinde barındırıyor olması gerekir. Zira en güzel tebliğ örnek olmaktır. ”İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.” (Fussilet Suresi, 34) Ayetten de anlaşıldığı gibi kötülüğü en güzel şekilde uzaklaştırmak, iyiliği esas almak, düşmanın olan kişi ile aranda sevgi oluşturacak bir sonuca vesile olur.


Eşler arasındaki sevgi;
Rum 21 "eşleriniz ile aranıza SEVGİ ve merhamet vermesi onun delillerindendir"

İnananların, Allah'a olan sevgisi;
Bakara 165 "inananların, Allah'a olan sevgisi daha güçlüdür"

Allah'ın, sevgisi;

”İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)

“Allah, adil olanları sever.”(Mümtehine Suresi, 8)

“Allah arınanları sever.” (Tevbe Suresi, 108)

“Allah, sakınan kimseleri sever.” (Tevbe Suresi, 7)

“Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide Suresi, 93)

“Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.” (Maide Suresi, 42)

“Allah, tevekkül edenleri sever.” (Ali İmran Suresi, 159)

“Allah, sabredenleri sever”. (Ali İmran Suresi, 146)

“Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara Suresi, 222)

“Allah da sakınanları sever. “(Ali İmran Suresi, 76)

10 Nisan 2019 tarihinde yazıldı. Okuyup 
Hubeyb Öndeş  

Pdf linki: https://docdro.id/aqpIGCe





































































































































































Ateistlerin "Kurandaki problemler" başlıklı 99 eleştirisine cevap

.Ateistler tarafından yazılan 

“Kurana neden mi İnanmıyoruz?”

Ve 

“Kurandaki problemler” 


Başlıklı 99 eleştiriye 99 cevap. 

Yazı: “#bir_sorgulayan_muslumanin_gozunden” tarafından hazırlanmıştır. Emeğe saygı amacıyla etiketi bırakmayı unutmayın


Ateistlerin sıklıkla kopyala yapıştır yaptığı, hatta ezici bir çoğunluğun daha okumadan tez olarak sunduğu bu yazıya özellikle tartışma platformlarında çok sık denk geliyoruz. Yazıda elimden geldiğince detaylı ve özetle anlatmaya çalıştım. Yazıda alıntı olan bilgilerin kaynakları verilmiştir… 




Rica: lütfen yazıyı paylaşın, blog sitesi üzerinden veyahut pdf olarak yazıyı özellikle sorgulayan kişilere iletirseniz sevinirim… 

Pdf link : https://docdro.id/aqpIGCe

Yazı birkaç bölüm halinde yazılacaktır.
1. Köleliği yasaklamıyor. (Bakara: 177-221), (Nisa: 24-25-36-92), (Maide: 89), (Tevbe: 60), (Nahl: 71-75), (Muminun: 5-6), (Nur: 33-58), (Ahzab: 26-50-52-55), (Mucadele: 3), (Mearic: 29-30), (İnsan: 8 ), (Beled: 12-13), (Rum: 28)


1.) ➡ Genellikle Ateistler, içinde "köle" geçen ayetleri cımbız yaparak "kuran köleliğe onay veriyor!" derler. Bir metnin, bir şeyden bahsediyor olması ona onay verdiğini göstermez. Çünkü kölelik zaten vardı, elinde kölesi olan insanlar vardı, kuran doğal olarak "köleleriniz.." diyerek onlara hüküm vermek zorunda. 🙂 Bu, kuranın onay verdiğini göstermez, zaten köleleştirmenin, firavunun yaptığı bir zulüm olduğunu şu Ayette söyler;
Şuara 22 "(Musa, firavuna dedi ki) O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine KÖLELEŞTİRMENDİR."
Zaten, hiçbir Ayet köleliği meşru görmemiş ve hiçbir Ayette "köle /cariye edinin" yazmamaktadır.

2.)➡ Köle edinmeye onay vermediği için MEVCUT köleler ile ilgili hükümler vardır. Bu emirler zaten özgürlüğe kavuşturma amaçlıdır.

Nur 33 "... sağ ellerinizin sahip olduklarından (köle ve cariyelerinizden ) mükatebe; özgürlük sözleşmesi yapmak isteyenlerden eğer kendileri için bir hayır görüyorsanız, hemen özgürlük sözleşmesi yapın..."

Kölenin özgürlük istemesi üzerine özgürlük anlaşması yapılmasını emir ediyor. Akla şu soru gelebilir "köle neden özgürlük anlaşması yapmayı istemesin ki; âyette 'isteyenler' diyor?"
O dönemin şartlarına göre bakalım; köle olarak yaşamış, hiçbir iş bilmeyen, geçimini sağlayacak gücü olmayan bir köle, özgür olup ortada kalacağına, bir müslümanın elinin altında köle olarak kalmaya devam etmek isteyebilir. Çünkü müslüman birinin elinin altında iken, yiyecek içecek, kalacak yer, sıkıntısı yaşamıyor. "köle" adı altında ailenin bir bireyi gibi yaşıyor. Bu durumda zaten gücü yoksa köle olarak kalmayı tercih edecektir. Kur'an'ın bir anda "bütün köleleri Azad edin" dememesi de, bu yüzdendir 🙂
Sadece bu emir bile, kur'an'ın kölelere nasıl bir özgürlük yolu açtığına, olaya her yönlü baktığına güzel bir örnektir. Biraz samimi olanlar için , sadece bu ayet bile kuranın, algılandığı bir şekilde köleliğe onay vermediğine kanıttır!

Bunun yanında çoğu suçun /hatanın cezası olarak köle Azad etmek emir edilir; (Nisa 92 Maide 89, Mücadele 2).
Kölelere maddi destek sağlanması (tevbe 60 bakara 177), köleleri evlendirmek ve evlilik emir edilir (Nisa 25, Nur 32).

Ayrıca şunu da belirtmek isterim ;
Kölelikten ne anlıyoruz? Boynuna zincir bağlayıp, Dövülüp eziyet edilen , işkence edilen , insanlara kul edilen , her türlü ihtiyaç için kullanılan , insan yerine konulmayan, hiçbir hakkı olmayıp insandan aşağı görülen bir kurumun kuranda serbest olduğunu anlıyoruz.
Bu şekilde bir kölelik İslamda yoktur, hiçbir zaman için var olmadı, bunun adı zaten "kulluk (abd عبد)"'tur. Kuran bunu yapanın firavun olduğunu söyler, Kuranda onlarca Ayette bütün elçilerin "sadece Allaha KUL (abd عبد) olun" dediği söylenir..
Kuranın "köle" dediği ailenin bir bireyi, kendisine iyilik edilen, zekat verilen, evlilik yapılan, evlendirilen, zulüm etmenin yasak olduğu, isyana zorlamanın yasak olduğu, maddi destek sağlanılan bir hizmetçilik...
Kısacası; kuran köleliğin içeriğini değiştirmiş, zulmünü ortadan kaldırmış, sadece adını bırakmıştır 🙂

"2. Kadını dövmeyi emrediyor. (Nisa: 34)"muş!


Nisa 34. Ayeti öncelikle doğru anlamamız gerekiyor. Öncelikle ayetin neyden bahsettiğini bulalım, ardından darabe (ضرب) fiilinin vurmak veya başka bir manaya gelip gelmediğini gramer bakımından izahını yapalım. Harfi cerr itirazına da cevap vereceğim.

En büyük yanılgı, bu ayetin Eşler arası geçimsizlik ile ilgili olduğu düşüncesidir.
Bakara 229. yette, eşlerin ayrılığı durumunda iki seçenek verilir, “ya güzellikle tutmak ya da güzellikle bırakmak gerekir” denilir. Sizce bunu diyen Allah, “geçimsizlik durumunda şiddet uygula” diyebilir mi? Şiddetin olduğu bir durumda, nasıl güzellikle tutmaktan bahsedilebilir?

Tegabun 14 "Ey inananlar! Eşlerinizden size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Eğer affeder, hoşgörür ve bağışlarsanız, o halde Allah da bağışlayan ve Rahimdir"

Yani "hanımın sana düşman bile olabilir, onu affet" diyor.

Nisa 19 "kadınlarla iyi geçinin, eğer onlardan hoşlanmazsanız, bilin ki; hoşunuza gitmeyen bir şey çok hayırlı olabilir"

Bunları diyen Allah "itaat etmezse döv" der mi sizce?

Bu ayetlerden ve ayetin kendi bütünlüğünden anlayacağımız üzere ayetin geçimsizlik veya itaatsizlik ile hiçbir ilgisi yoktur.

Ayeti kısım kısım inceleyelim;

"Allahın birbirlerinden farklı kılması ve mallarından infak etmelerine karşılık, erkekler kadınların üzerinde GÖZETİCİDİR"

"kavvem = قوام" kelimesi "GÖZETİCİ; koruyucu, kollayan" mânâsına gelir. Gelenekte ilk hata, buraya sanki "hukkem=حكام" yazıyormuş gibi "hakim" manasını vermekle başlıyor. Böylece ayet, "kocasına itaatsizlik eden kadındandan bahsediyor" gibi anlaşılıyor. Halbuki ayet, tamamen kadını korumayı, gözetmeyi, desteklemeyi hedefliyor, kadının başına gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı koruma görevini erkeğe veriyor. Ayetin tamamı bununla ilgilidir.

"o halde iyi kadınlar; Allah'a itaatkar olurlar..."

 "itaatkar kadınlar" olarak meal edilen "kanitat =قانتات" kelimesi, kuran'da "Allah'a itaatkar kadınlar" manasında kullanılır. Örneğin: Ahzab 35 "inanan erkekler ve inanan kadınlar, İTAATKAR ERKEKLER (kanitin=قانتين) İTAATKAR KADINLAR (kanitat=قانتات)"

Buradaki, "inanan erkekler ve inanan kadınlar", nasıl "Allaha inanan erkekler ve kadınlar" manasında ise, aynı şekilde "itaatkar erkekler ve itaatkar kadınlar" ifadesi de, "Allah'a itaatkar erkekler ve kadınlar" manasındadır. Bundan dolayı Nisa 34 'de geçen aynı ifade "kanıtat =قانتات" “Allah'a itaatkar olan kadınlar” anlamındadır. 🙂
Eşler, sadece Allah'a itaat ederler. Birbirlerine değil, birbirleriyle sadece istişare ederler. Şura 38 "onların işleri, aralarında istişare iledir"

Eğer, buradaki "itaatkar kadınlar" ifadesinin, erkeğe itaat olduğunu kabul etsek bile, buradaki itaat, kadının kendisini koruyan erkeğe, koruma hususunda itaat etmesidir; erkeğin keyfi emirlerine değildir. Çünkü atıf "gözetmekle yükümlü" erkeklere gidiyor. Örneğin, erkek, kendi eşini tehlikeye atmaması konusunda uyarıyor, onun başına gelecek tehlikeleri fark ettiği için kendisini uyarıyor. Kadının bu konuda erkeğe itaat etmesi istenir.

"... Allahın kendilerini korumalarına karşılık, gayb'ta/yalnızlıkta kendilerini (can ve namusunu) korurlar"

İyi kadınlar, kendilerini gözeten birileri olmasa dahi, başlarına gelebilecek her türlü tehlikeye karşı kendilerini (can ve namusunu) korumakla sorumludur.

"...nüşuzundan korktuğunuz kadınlara..."

Ayetin bu kısmına kadar, kadınların korunması, Allah'a itaatkar olması ve kendilerini korumaları gerektiği anlatılıyor ve bu özelliklerin "iyi kadınların özelliği" olduğundan bahsediliyor.
 İyi kadınlar: "korunan, Allah'a itaatkar ve yalnızken de kendilerini her türlü tehlikeye karşı koruyanlar" ise,

 nüşuz eden kadınlar da, tam zıttı: "korunmayan, Allah'a baş kaldıran, dik başlılık yaparak canını ve namusunu korumayan, tehlikeye atan, iffetsizlik yapan" kadınlardır.

Biraz düşünelim: Nisa 34. ayet gereğince, bir erkek kendi eşini korumakla görevlidir. Ancak eşi dik başlılık yaparak, bu erkeğin onu koruması konusunda baş kaldırıyor. Örneğin erkek "gece geç saatlerde ıssız sokaklarda tek başına yürüme. Başına bir şey gelebilir." diyor. Kadın ise dik başlılık yaparak bu sözü dinlemiyor, kendisini tehlikeye atıyor, yani ayete göre "nüşuz" ediyor. İşte! Bu durumda bir erkeğin neler yapması gerektiği anlatılıyor. Çünkü bunun önlemi alınmazsa, kadın çok daha büyük tehlikeler ile karşılaşabilir. Ayetin amacı kadını korumaktır. Bilinçli bir kadın, bu Ayette anlatılan "nüşuzu" kesinlikle yapmaz. Eğer yaparsa, neler yapılması gerektiği açıklanıyor..

".. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara gelince:"

Ayetteki "korktuğunuz" yani "tehafun =تخافون" kelimesi, geniş zaman fiil olduğundan "devam eden, giderek artan bir korku" manasındadır. Bundan dolayı âyette verilen üç emir de, aşama aşamadır... Bundan dolayı parantez içinde "önce, sonra" yazılabilir.

"Onlara öğüt verin, (eğer halen kendilerini tehlikeye atıyorlarsa) yatakları ayırın, (halen de kendilerini tehlikeye atıyorlarsa) darb edin"

Darb (ضرب) fiili, yalın halde “vurmak” (عن) harfi cerr'i ile “bırakmak” mânâsına gelir. Örneğin zuhruf 5. yette bu manada kullanılmıştır. Konumuz olan âyette hazf edilmiş bir harfi cerr olabilir. Ki, kuranda hazf edilmiş harfi cerr örneği çoktur. Bu Ayette hazf varsa ayetin manası “bırakın” olur.


O halde ayetin manası “nasihat edin, yataklarında terk edin ve onları BIRAKIN” olur.

Eğer bu kelimeyi “vurmak” olarak kabul edersek, ayetin asıl amacına göre anlamak gerekiyor.

Nüşuz eden/kendisini korumak yerine dik başlılık yaparak kendini tehlikeye atan kadın halen buna devam ediyorsa, verilen emir budur. Kendisini koruduğunuz/gözettiğiniz bir çocuğunuzu düşünün: ateşle oynuyorsa uyarır, devam ediyorsa biraz daha farklı tepki verir, hatta daha büyük bir zararı kendisine vermesin diyerek iki tokat bile atarsınız. Bu onun iyiliği içindir, sizin değil. Eğer bir şeyler kendisini caydırmazsa, çocuk halen ateşle oynamaya devam eder, kendisine kalıcı daha büyük zarar verebilir. yette anlatılan şey de budur. Normal (iyi) bir kadın, zaten nüşuz etmez/kendisini tehlikeye atmaz. Ancak dik başlılık yaparak kendisini tehlikeye atarsa onu bu yoldan alıkoymak gerekir. Eğer, devam ederse öldürülebilir veya tecavüze uğrayabilir. Buradaki amaç da kadının başına felaket gelmesini önlemektir.

Akla şu soru gelebilir: peki vurmaktaki ölçü?

Ayetin amacı, erkeğin kadını koruması olduğundan dolayı, bir koruyucu, gözetmekte olduğu birine yaptığı uyarı ve diğer yöntemler sonrasında hatasında devam eden birine, nasıl incitmeden, yanlışından alıkoymak maksadıyla vuruyorsa, buradaki de aynı şekildedir. Kuranın birçok âyette "haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez" dediğini hatırlayalım (Araf 55, bakara 190 gibi)

3- dünyayı düz tasvir ediyormuş (!) 
Kuranda hiçbir Ayette dünyanın şekli net bir biçimde yazmaz. Bazı ayetlerde “yeri (dünyayı) yaydı” ifadesi geçer. Ancak bu kelime, dünyanın şeklinden değil, yaşama elverişli bir halde olmasından bahsediyor.
Mesela, nuh 19. yette dünya için “besata = بسط” kullanılıyor. Bu kelimenin geçtiği ayetlere bakınca bile, bunun şekil ile alakası olmadığı görülebilir.
 şura 27. yette aynı kelime “rızkı genişletmek/artırmak” manasında, bakara 247, Araf 69, ayetlerinde “güç/kuvvet” manasında, rum 48. yette bulutların etrafa yayılması manasında kullanılıyor. Kısaca, “düz” veya “yuvarlak” manasında değildir, “yaşama elverişli hale gelmesi,” manasındadır.

Şu videoda detaylı anlatım mevcuttur https://m.youtube.com/watch?v=MgCi-I8bXT0

4. Ayetlerde konuşanın kim olduğu belli değil. 3 ayrı özne var; Ben (Muhammed), O (Allah), Biz. (Hud: 2), (Zariyat: 51), (En’am: 114), (Hicr: 9), (Tekvir: 19-20), (Ahzab: 56) ???

Bu iddiayı ortaya atanların, edebiyat bilgisinin sıfır olduğu bellidir.
Arapçada, bazen muhatap (sen) zamiri, konuşan (ben) zamiri yerine geçebilir. Bazen konuşan (ben) kendisini yüceltmek maksadıyla üçüncü şahıs (o) diye anlatabilir (kadı beydavi) kuranda bunun örneği çok görülür. En basitinden, bakara 83-84 ayetlerinde İsrailoğulları üçüncü şahıs (o) diye anlatılırken birden muhatap (sen/siz) olarak anlatılıyor. Bu bir hata değil, dilin yapısıdır.
Mesela Mufredatta geçen bir Arapça şiirden örnek verelim;
من يساجلني يساجل ماجدا
"kim benimle[¹] yarışırsa, şerefli biriyle[²] yarışma yapmış olacak" (kaynak: lisanul Arab (سجل) maddesi)

Burada gördüğünüz gibi, şair ilk kısımda[¹] "ben" diyerek birinci şahıs olarak kendisinden bahsederken, ikinci kısımda[²] "o" diyerek kendisinden üçüncü şahıs olarak bahsetmiş. Yani kendisini üçüncü şahıs olarak anlatıyor.

Ancak ne hikmetse, hiçbir Arap buna hata demiyor. Çünkü gerçekten hata değil, bir söz sanatı sadece. fakat bizim ateistler “hata” diyebiliyor.


Günlük hayatta Türkçede bile buna benzer durumları görebiliriz. Örneğin türkçe şiirlerde üçüncü şahıs (o) birinin muhatap (sen) olarak anlatıldığı görülür. Mesela şair, orada olmayan birini “Ey falanca!” diyerek anlatır.
Normal günlük konuşmada da benzeri durumlar olur.
resmi bir mekanda muhatabımız tekil olduğu halde "siz" diyerek çoğul, tekil olarak kendimizden bahsederken "biz" deriz. Bu konuşmamıza da “hata” diyecek birinin ya cahil ya da art niyetli olması gerekir.

Kur'an'da da, Allah kendini yüceltme maksadıyla bazen "ben" bazen de "biz" bazen de üçüncü şahıs bir anlatımla "o" diyerek kendisinden bahseder. 14 Asır önce yazılmış Arapça bir metni, bugünün Türkçe mantığıyla yorumlayıp hata olduğunu iddia etmek mantık hatasıdır.

Her konuda bize "bin dört yüz yıldır kimse anlamadı, tek siz mi anladınız?" diyen Ateistlere şunu soruyoruz; bin dört yüz yıldır, bu kadar Arap edebiyatçısı, alimi, müfessirleri bu kitabı okumuş, kelimelerin anlamları üzerinde dahi tartışmalar çıkarmış, hiçbiri de 'dil hatası' olduğunu fark edememiş de bir tek siz Arapça bilmeden mi fark ettiniz?



5. Spermin testiste oluştuğunu bilmiyor. (Tarık: 7)
Tarık 5-7 ayetlerinde “oluşur” yazmıyor “çıkıyor” yazıyor. “çıkıyor” fiili, [ayetteki (يخرج) fiili. Makaleyi okuyan herkesin Arapça bilmemesi sebebiyle, bu tür detaylara girmiyorum] bir yerden bir yere çıkmak, yola koyulmak manalarına da gelir. Mesela;
 bakara 149” nereden ÇIKARSAN çık, artık yüzünü kutsal mescit tarafına çevir. Kesinlikle o Efendinden (gelen) gerçektir. Allah bilinçli olarak yaptıklarınızdan gafil değildir.”
Burada “çıkmak” fiili, bir yerden bir yere ayrılmak, yola çıkmak manasında kullanılıyor. İlgili Ayette de, aynı fiil kullanılır.

 Bu ayetin bilimsel bir problemi yoktur. Emeğe saygı amacıyla, alıntı yaptığım “bilim ve yaratılış ağacı” sitesinin linkini bırakıyor ve alıntı olduğunu belirtiyorum.

<< ayeti anlamak için önündeki ve sonundaki ayetlere beraber bakalım.

5- İnsan neden yaratıldığına bir baksın:

6- Kuvvetle atılan bir sudan yaratıldı.

7- Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar.

8- O (Allah), onu tekrar döndürmeğe kādirdir. (Tarık: 5-8)

Not :Bel (sulb) ve kaburga (teraib) arası denilen bölge, karın hizasına denk geliyor. Bu bölüm Leğen kemiğinden kaburga kemiklerine kadar kapsar.

Öyleyse kadınlarda çocuk oluşum mekanizmasının başlangıcına bakalım. Kadın üreme organlarından yumurtalık (ovaryum) üzerinde ayda bir defa follikül (içi su dolu baloncuk) oluşmakta ve bu follikül patlayarak içindeki yumurta (ovum) hücresini Fallop tüpüne doğru hızla fırlatmaktadır. Yazımızın sonunda bu olayın resmi konulmuştur. Baloncuktaki bu patlama sonucu meydana gelen “tazyikle fırlatılma olayı” sayesinde yumurta hücresinin gideceği yere ulaşması sağlanmış olur. (1, 2)

Hatta yumurta hücresinin tutunma yerine yani rahime varmayıp farklı noktalara tutunmasına ise dış gebelik denir ki yumurta tazyikle Fallop kanalına fırlatıldığı için bu ihtimal azalır. (3)


Bu olay tam da ayette belirtildiği gibi bel ve kaburgalar arasında yani karın boşluğunda meydana gelmektedir. >>

(Yazı Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alınıp içeriği biraz değiştirildi)

Ayrıca, Arapçada “bir şeyin bir parçasını söyleyerek tümünü kasıt etmek” denilen bir olay vardır. (bakınız: belegat | zikru-l ba'd, iradetu-l kul) buna göre, bir şeyin bir parçasını söyleyerek tümünü kast etmek mümkündür. Ayetteki sulb (bel) ile erkeği, teraib (kaburga kemikleri) ile kadını kasıt edip, ikisinden çıkan bir çeşit su olduğuna işaret edebilir. (belegat)


6. Her canlıyı çift yarattık diyor, bakterilerden haberi yok. (Zariyat: 49)

Zariyat 49. yette “canlı” kelimesi geçmez. “her şeyden zevceyn (🌟) yarattık” der. Öncelikle küçük bir mantık yürütme yapalım;
Ayetteki “zevceyn” kelimesinin erkekli dişili eş olarak kullanıldığını farz edelim;
Ayette “canlı” kelimesi geçmediği için, doğal olarak bu var olan her şeyin çift olduğunu söylemektedir. Peki birisi çıkıp da “Ey Muhammed! Taşın, tahtanın erkeği dişisi yok” diyemez miydi? Çünkü o dönemde yaşayan bir insan, her varlığın erkekli dişili eşi olmadığını bilebilir. Ayrıca, İslama göre meleğin de erkeği dişisi yoktur. Peki bu durumda, kur'an'ın yazarı, neden Kendisinin bile bileceği bir durumda neden kendi inancıyla çelişen bir şeyi söyleyerek kendini ele versin ki? Sadece bunu düşünürseniz bile, ayetin kastettiği şeyin “erkekli dişili eş” olmadığını görebilirsiniz.

Gelelim mânâsına: Zevc, kelimesi, kur'an'da tekil ve çoğul kalıpları ile “çeşit, sınıf, benzer, zıttı” manalarına gelir. Bakteriler olsun, atomlar olsun, mikro (atom altı) dünyadan makroya her şey bir zıttı veya bir benzeri veya bir terkibi ile mevcuttur. Bu durumda ayetin bilime aykırı bir tarafı yoktur.


"7- güneşin çamura battığını iddia ediyor. (kehf 86)"muş! 


Kehf 85-85 “güneşin battığı yere varıncaya kadar bir sebep (vasıta) tuttu. [güneşin battığı yere varınca] onu [güneşi] kara bir gözde batarken buldu ve onun yanında bir toplum buldu…”
Bu Ayette olay, Zülkarneyn'in gözünden anlatılıyor, örneğin “falanca kişi, falanca kasabaya gelince orayı terk edilmiş buldu” deriz. Bu, kasabanın gerçekten terk edilmiş olduğunu değil, oraya gelen kişinin kasabayı öyle gördüğüne işaret eder. 

Ayriyeten Bu konuyu “Zülkarneyn, bir sebep tutarak göğe çıktı, güneşi kara deliğe batarken buldu” şeklinde anlatan da vardır. (bkz : İskender türe, Zülkarneyn kitabı) mantıksal açıdan bakacak olursak, o dönemde kabul edilen düz dünya modelinde bile güneşin bir yere batması söz konusu değildir. Güneş sadece gözden kayboluyor herhangi bir yere batmıyor. 

Alıntı olarak bu makaleyi de okumanızı tavsiye ederim ;
eski Mezopotamya’nın “Güneşin doğduğu ülke” ve “Güneşin battığı ülke” diye adalandırdığı iki ülke vardı. Bu ülkeler muhtemelen devrinin büyük yerleşim yerlerini anlatıyordu.

Güneşin doğduğu ülkeden kasıt Hindistan veya Çin gibi ülkeler olabilir, fakat güneşin battığı ülke ile hangi medeniyeti kast etmiş olabilir bakalım.

Eski Mısır’lıların taptığı bilinen en eski Tanrı’nın ismi Atum’dur. Milattan önce 2345 —2181 yıllarında Eski Mısır’da Ra-Atum veya Atum-Ra inancı yani “Akşam Güneşi”, “Batan Güneş” inancı ortaya çıkmıştır. [5] Bu dinin ana tapınağı Heliopolis (Güneş şehri)dir. Bu günkü Kahire’nin yakınlarındadır. Büyük Ra tapınağının güney doğusunda Atum-Ra yüksek rahiplerinin mezarları bulunmuştur (M.Ö 2345-2181). Heliopolis şehrinin Arapça adı “Ayn Şems”dir. Güneşin gözü veya Güneşin Pınarı anlamındadır. Nil Nehrinin 8 kilometre doğusundadır. Tevrat’ta birçok peygamber kıssasında ’ir hašemeš’ “Güneş Şehri” veya Beth Shamas adında bahsedilmektedir.[5] Yine aynı dönemlerde gelişen “Ra’nın Gözü” kavramlarını da bilmek gerekir. Eski Mısırda Ra Güneş tanrısıdır. Bu kavramda ortasında Güneş bulunan sağ göz vardır. Göz karşısında olana kızgınca, dik dik bakmaktadır. Bu göz sağ yanında Nekhbet ve sol yanında Wadjet tarafından eşlik etmektedir. Bu şekil tanrı Ra’nın gücünü, koruyuculuğunu, gazabını ifade etmektedir. Aşağıdaki resimde Ra’nın gözü. Sağında Nekhbet, solunda Wadjet tarafından eşlik edilmektedir. Kanatlı (sol göz) göz ise Horus’un gözüdür ve Ay’ı temsil etmektedir.
Yine Mısır’da “herşeyi gören göz” diye bilinen bir sembol vardı ki bu sembol daha sonra tapınakçılar tarafından kullanılmaya başlandı. Bu sembole Yahudi inanışında da “herşeyi gören göz” denir. Güneş bu gözde doğar ve batar. Yine Ra’nın veya Horus’un gözünü temsil eder.



Şimdi bu bilgiler ışığında Kehf 86 ayetine bakalım:

“Güneşin grup ettiği yere ulaştığı zaman, onu (güneşi) bulanık bir gözde batarken buldu.”

Ayette kullanılan Ayn kelimesi göz anlamında olup, suların çıktığı yere de “su gözü” ve “göze” dendiği için meal yazarları bu anlamını esas almışlar ve güneş bir “pınar” içinde veya “kara balçıklı su” içinde batıyordu anlamı vermişlerdir. Oysaki ayetin Arapçasında pınar tabiri yoktur, Ayn yani göz demektedir. Ayette geçen hamietin kelimesine kara balçık anlamı vermişlerdir. Fakat bu kelime birçok anlam içerdiği gibi göz kelimesine uygun olarak “kara” ve “yakın” anlamları da vermektedir. Bu açıdan pınar veya kara balçık tabirinin yorumlara dayanmakta olup ayetin tam anlamını vermediğini bilelim. Kelimenin anlamının “kara göz” olması daha uygun görünmektedir.

Araştırmalarıma göre güneşin göz’de batması ifadesi güneş tanrısı Ra’nın gözünü ve yine Horus’un gözünü ifade etmektedir. Buna göre bir Mezopotamya kralı olan Zülkarneyn batı yolculuğunu Mısır’a yapmış ve İmago Mundi haritasında belirtilen “Güneşin battığı ülke” tabiri ile Mısır’a ulaşmıştır. Orada putperest insanlar buldu ki bu insanlar Güneşin battığı göze tapıyorlardı. Burada gördüğü hiyerogliflerde güneş gözün içinde batıyor olarak tasvir edilmişti ve Kuran, Zülkarneyn’in bu seferinin nereye olduğunu belagatlı bir şekilde ipuçları ile bu şekilde anlatmıştı. Veya bu tapınakların bulunduğu şehrin ismi Heliopolis “Güneşin gözü” anlamına geldiği için ayet “güneş gözde batıyor” derken bu şehri kast ediyordu. Ve bu şehirde güneşin içinde doğup battığı bir göz sembolüne tapan bir halk bulmuştu. Öyleyse ayete “Güneş’i bir pınar içinde veya kara balçık içinde batarken buldu” anlamı vermek yanlış bir mealdir. Doğru meal şu şekilde olmalıdır: “Güneşin battığı yere (denilen ülkeye) varınca, kara bir göz içinde bir güneş batımı buldu” Kehf86
Bu konuyla ilgili yazı, Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntıdır. Kaynaklar sitede mevcuttur. 


8- yıldızlar şeytanın atış tanesi olduğunu söylüyor (mülk 5)

İlgili Ayet şöyledir “en yakın semayı, lambalar ile donattık, şeytanlar için rucum yaptık”
İlk olarak kelimeler hakkında birkaç bilgi vermekte fayda var;
➡ Sema (سماء) kelimesi her ne kadar tekil olsa da, çoğul yerine de kullanılabilir (müfredat: سما) kuranda sema kelimesi tekil olduğu halde, çoğul zamiri aldığı ayet mevcuttur. Bundan dolayı âyet “en yakın gökleri(semaları)” mânâsında olabilir.

➡ Ayette kullanılan “mesabih= مصابيح” kelimesi, “misbah= مصباح” aslen lambalar mânâsına gelir. Yani buradaki kasıt, yıldızlar ‘olmayabilir’

➡ Rucum/recm bildiğimiz “taşlamak” mânâsına gelir, bu kelime aynı zamanda “uzaklaştırma /kovma” mânâsına gelir. Kuranda örneği mevcuttur, sözlükte de bu manayı görebiliriz (müfredat)

Ayette dikkat edilecek olursa, en yakın göğün/göklerin lambalar ile süslenmiş olduğu ve şeytanlar için uzaklaştırma/taşlama görevi olduğu yazıyor. Bu lambalar , yıldızın kendisi değil, yıldızlardan kopan bir ateş parçasıdır. Aynı görüşü, asırlar önce yaşamış, fizikçi bir müslüman olan Fahreddin Razi, ilgili ayeti tefsir ederken söylemiştir. . Kuyruklu yıldızlardan kopan parçalar, atmosfere girer.

Sıradan bir insan, göğe bakınca kayan şeylerin yıldızlar olduğunu zanneder. Fakat kur'an, özelikle “yıldız(necm=نجم)” yerine “lambalar” demiştir. Sadece buradan bile, iddianın geçersiz olduğunu görebilirsiniz..

Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alınan bir yazıyı da buraya bırakıyorum;

Saffat 6: “Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.”

Ayetini ele alıp, kuranın yıldızları atmosferde sandığı iddiasını ileri sürüyorlar ve bu ayet etrafında dalga geçiyorlar.

Biz daha önceki yazılarımızda Kuran’ın üstümüzde bulunan ve görünenler için “gök” tabirini kullandığını açıklamıştık. Bu ayetlerde bazen atmosfer için bazen ise tüm uzay için gök kelimesini kullanıyordu. Çünkü insanlar eskiden uzay ve atmosfer diye ayrıma gitmiyordu ve anlayabilecekleri böyle terimler geliştirmemişti.

Aslında ateist arkadaşlarda bu durumun farkındaki bazı ayetlerde “gökler” tabiri ile tüm uzayı örnek göstererek dalga geçmeye çalışır bazı ayetlerde ise atmosferi örnek göstererek. Örneğin yukarıdaki ayette atmosferi örnek gösteren kişiler, “Hac 65: Gökleri yerin üzerine düşmesin diye tutarız” ayetinde ise buradaki kastın uzay olduğunu söyler. Bu şekilde bakarak her iki ayeti de çelişkili göstermeye çalışırlar. Oysaki birinci ayette uzay tabiri ikinci ayette atmosfer tabirini yani tam tersini kullansalar bu ayetlerin ne muhteşem bir bilimsel mucizeden haber verdiğini göreceklerdi. Fakat görmek işlerine gelmiyor. Neyse, ikinci ayetin nasıl bir mucize barındırdığını daha önce göstermiştik. Şimdi sıra gelelim ilk ayete.

Kuran “Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.” diyor. Çok doğru demiş ve bir mucize olarak bilimde şu an aynısını diyor.

Nasıl yani? Uzayın katları var da en yakın uzay katında yıldızlar mı var? Diğer katlarda yıldızlar yok mu yani? Evet, şu an bilim insanlarının tespitine göre aynen böyle. Uzay bigbang patlama noktasından itibaren oluşan yüksek sıcaklık ve hızın etkisine bağlı olarak atom ve atom altı parçacıkları birbirleriyle değişik düzeyde birleşmek zorunda kaldılar. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz madde ve atomlar yerine farklı farklı madde ve buna uygun gök cisimleri gelişti. Uzay farklı katmanlara sahip olarak genişledi. Farklı katmanların farklı fiziksel düzenleri, yasaları ve sabitleri var. En son kattaki, yani içinde bulunduğumuz kattaki fiziksel yasalar ise yıldızların ve galaksilerin oluşumuna izin verecek yapıdadır. Her katta zaman farklı akar, fakat diğer katların yasalarının tam olarak anlaşılması henüz mümkün değil… 



Planck teleskobunun verileri açıklandığı 2013 yılından beri bu konuda çok sayıda makale yazıldı. Marco Bersanelli, (Milan Üniversitesi, İtalya) bu konuyu şöyle açıklıyor: “Büyük patlamadan sonra Evren bugün içinde yaşadığımızdan çok farklıydı ve ilk yıldızların oluşması uzun zaman aldı.” Bulgular 13.5 milyar yıllık evrenimizin son 300-400 milyon yılında yıldızların ve galaksilerin oluştuğunu gösteriyor. Bundan önceki katmanlarda ise yıldızlar yoktu...


Kuran ne diyordu: “Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.” Yani yıldızlar diğer yerlerde değil sadece evrenin bu katmanında var…”
(Yazı, ilgili siteden alınıp içeriği kısaltılmış bir şekilde yazıldı. Kaynaklar, sitede mevcuttur) 

"9. kutuplar yok, en kuzey ve en güney de nasıl oruç tutulabilir? Bir malumat yok. (Bakara :187) 

İslamdaki emirlerin evrensel, ancak emir ediliş şeklinin lokal olduğunu belirtmek isterim. 
Lokal oluşunu şöyle anlatayım:
Örneğin savaş ortamında inmiş bir ayet olan Muhammed 4. Ayet, “..boyunlarını darp edin” der. O dönemde, ok ve başka türlü savaş vasıtaları ile de düşmanın infaz edildiğini biliriz. (bkz :uhud savaşı, hayberin fethi), bu Ayette boyunları vurmayı emir ediyorken, başka türlü bir şeyle düşmanı infaz eden biri bu ayete aykırı hareket etmiş olmaz. Çünkü hitap lokal olarak gelmiş, mesajı evrensel olarak gelmiştir. Mesajı “düşmanı infaz etmek” hitap şekli “düşmanın boynunu vurmak” bu sebeple, ayetlere “ne yazıyorsa o” mantığında değil “ne mesaj veriliyor?” mantığıyla bakmak gerekir. 

Şimdi oruçla ilgili şu Ayete bakalım;
Bakara 187 “şafağın bir kısmında, beyaz iplik siyah iplikten, size göre ayırt edilene kadar yiyin ve için. Sonra geceye doğru [akşam vakti] orucu tamamlayın”

Hitap ettiği kişiler için bu iki vakit sabah ve akşama denk geliyor. Örneğin o dönemde bu süre 15 saate denk geliyor ise, kutuplarda ve güneyde yaşayan bir insan da aynı şekilde 15 saat oruç tutmak zorundadır. Çünkü ayetin mesajı budur. 

Ayrıca: kutuplarda güneş sabit değil, halen hareket halinde olduğu için, orada yaşayan insanlar da sabah ve akşam vakitlerini belirliyor. 

Bu sebeple eksiklik İslamda değil, ayetlerin mesajını anlamayan İnsanlarda… 


10. milyonlarca yıl hüküm sürmüş dinozorlar yok ama deveden bahsediyor. (gaşiye: 17)


Kuranın amacı var olan her şeyden bahsetmek değil ki dinozorlardan bahsetsin? Kuranda o dönem insanının bildiği her şeyden (mesela: akrep) bahsetmiyor. Kuran sadece örnek olarak, etrafına baktığı zaman görebileceği şeylerden örnek veriyor. Yaz, kış, bitkiler, yıldızlar, dünya, kara, deniz gibi basit şeylerden örnekler veriliyor. Eğer kuranda “var olan her şeyden haber vereceğiz” şeklinde bir ayet olsaydı, bu iddia ciddiye alınabilir bir konu olurdu. 

11. İnsansı canlılar olan Neanderthal yok ama olmayan melekler, şeytanlar ve cinler var. (Bakara: 102), (En’am: 8-9), (A’raf: 20)

10. Maddede söylediğimiz gibi, kuranın amacı var olan her şeyden bahsetmek değil, sadece örnek vererek yaratıcının eseri hakkında düşünmeye sevk etmektir. Kuranda bahsedilen metafizik varlıkların (şeytan, melek gibi) varlığı konusuna gelince;
Biz Müslümanlar körü körüne inanışçı (dogmatik) değiliz. Kanıta bakarak inanırız. Evrenin sistematik yapısına bakıp bir yaratıcının varlığını görüyor, kuranın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olarak bize mucize sunuyor oluşunu da delil alarak, kuranın evreni yaratan tarafından gönderildiğini anlıyoruz. Melek, şeytan ve cin gibi varlıklar da, kuranda yazdığı için inanıyoruz. Bu, kurana kanıta dayalı olarak iman etmemiz sebebiyle, körü körüne inanışçı olmak değildir, kanıta dayanarak iman etmektir. Bu yüzden “olmayan, ispat edilmemiş” gibi kavramlar bu konuda geçersizdir. Bizim için varlıkları kanıtlanmıştır. 

12. Beyin kelimesi yok. Beyin yerine düşünme organı olarak kalp anlatılıyor. (Muhammed: 24), (A’raf: 179), (Hacc 46), (Ali İmran: 119)

Kelimelerin manası, zamanla değişime uğradığı için, kur'an'ın “kalp” derken neyden bahsettiğini anlamak için eski metinlere bakmak gerekiyor. Biraz kelime manası üzerinde duralım ;

Kalb قلب kelimesinin manası, "döndürmek" demektir.
Şu ayetlerde kullanılmıştır ;
(Araf 125 Alimran 144, şuara 227)

Araf 125 "قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ"
"Onlar: Biz zaten Rabbimize DÖNECEĞİZ dediler"

(inne... munKALiBun انا... منقلبون [döneceğiz])

"peki döndürmek ile kalp(?) ne alaka?"
Kalp kelimesi için verilen manalardan birisi RUHTUR. İnsanın ruhu da çokça değişen/dönen olduğu için ruha "kalp" adı verilmiştir

En eski sözlüklerden birisi Ragıp isfehani bu kelime hakkında şunu söyler ;

🌟 "İnsanın 'kalbine' gelince, deniyor ki ; çokça değişken olduğundan dolayı bu adı almıştır. Kalbin eylemi veya özelliği olan RUH , ilim, şecaat vb manalarda 'kalb قلب' diye adlandırılır..

Ahzab 10 'kalbler gırtlaklara gelmiştir' ayetinde geçen kalb ise RUH anlamındadır......
Enam 25 tevbe 87 ayetlerinde ise 'kavram ve anlayış' olarak kullanılmıştır

Hac 46 'gözler kör olmaz lakin merkezdeki Kalbler kör olur'
Ayetinde gecen kalb kelimesi ise bir görüşe göre akıl, bir görüşe göreyse RUHTUR. Yalnız akıl diyenlerin görüşü isabetli değildir. Çünkü akıl için bu doğru değildir. Burdaki mecaz şuradaki mecaza benzer ;
Bakara 25 "altlarından nehirler akan cennetler" Zira nehirler akmaz, akan şey sulardır.

Ahzab 66 'تقليب' çevirmek manasında kullanılmıştır.
Şuara 219 'تقلب' dolanmak dolaşmak demektir 🌟

En eski kuran sözlüklerinden birisi isfehani, kuranın hiçbir ayetinde "kan pompalayan organ /kalp" manası vermemiştir. Bu da "kuranda kalb kelimesinin 'kan pompalayan organ /kalp' manası yoktur" tezimi de doğrulamaktadır.

Ayrıca Bunu sadece kuran ayetleri ile de ispat edebiliriz;

Kaf 37 "Kesinlikledir ki bunda, KALBİ olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır."
Sadece bu Ayette bile kalp (قلب) kelimesinin, kan pompalayan organ /kalp manasında olmadığı açıktır. Çünkü her insanda kan pompalayan ; kalp var. Burada sadece iman edenlerin sahip olduğu bir 'kalp' den bahsedilmiştir. Bu da kalp (قلب) kelimesinin kan pompalayan organ olarak kullanılmadığına kanıttır.

Ek bilgi olarak şunu da belirteyim;

Hac 46 "...gözler kör olmaz, lakin sudurda (🌟) olan kalpleri kör olur...


🌟Meallerde "göğüsler" anlamında meal edilen "Sudur صدور" kelimesi "sadr صدر" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime için bilgi vermekte fayda var;
Bu kelime sadece "göğüs" anlamında değildir. Lisanul Arab, bu kelime için şunu söyler;
  ".. وصَدْر كل شيء: أَوّله.."
[sadr, her şeyin evveli/ilkidir]
Kuranda kasıt edilen "sadr صدر", göğüs anlamında olmayabilir. Bu anlamda olsa bile, ruhun manevi olarak göğüste bulunduğunu gösterir. Ek bilgi olarak belirtmek istedim..

Ayrıca, alak 15-16 ayetlerinde “yalancı günahkar ALIN” ifadesine dikkat edelim. Alın yani baş bölgesi, ancak düşünce merkezi ise yalancı günahkar olabilir. Bu ifadeden dolaylı olarak beyne atıf olabilir.

Bir bilgi daha ;
kalbi "kan pompalayan organ" kabul edersek, “kalplerin kendi beyni” veya “kalp-beyni (heart-brain)” olarak da adlandırılan “nöral hücreler” olarak adlandırılan beyin hücrelerini içerdiklerini bildiren çok sayıda araştırma var.

 [Goldstein, D.S., Neuroscience and heart-brain medicine: the year in review. Cleveland Clinic journal of medicine, 2010. 77(0 3): p. S34.]

(konuyla ilgili daha fazla bilgi ve kaynak için, bilim ve yaratılış ağacı sitesinin, konuyla ilgili makalesini okuyabilirsiniz)

13- mirastan pay konusunda kadına karşı adaletsiz (Nisa 11-12)


Aksine Gayette adildir. kur'an evin geçimini, kadının ihtiyacı olan herşeyi erkeğin omuzuna yüklüyor, (bakara 233) üstüne evlenirken erkeğin kadına mehir vermesini emir ediyor. (Nisa 24-25) ve erkek eğer ayrılırsa bu mehirden bir çöp dahi alamıyor (Nisa 20)
Kadınını bu şekilde bir sorumluluğu olmadığı için mirastan kadının 1 erkeğin 2 almasını vasiyet eder.

Bu oldukça adil bir emirdir.
Ateistlerin iddia ettiğinin aksine ; eğer kadın ve erkek mirastan ikisi de eşit almış olsaydı, erkeğin mehir vermesi ve kadınları gözetleyci olmasından dolayı erkeklere adaletsizlik olurdu.


14- kadın ve erkeği şahitlik konusunda eşit tutmuyor. (bakara 282)

zina şahitliğinde ; kadın 4 defa yemin ederse cezadan kurtuluyor (Nur 8-9)
Bu konuda kadının şahitliği erkeğin şahitliği ile eşit tutulmuştur. 

Talaka kadın - erkek ayrımı yapılmadan iki şahit istenir, burada da erkek ve kadın eşit tutulur. (talak 2)

Zina şahitliğinde 4 şahit istenir ve cinsiyet ayrımı yapılmaz (Nisa 15)

Vasiyet meselesinde 2 şahit istenir ve yine kadın - erkek ayrımı yapılmaz (Maide 106)

Bakara 282. yette şu ifadeler geçer “... Bu daha sağlamdır… yazana da şahitlik edene de zarar verilmesin..” 
Ayet bu şekilde iki kadın bir erkek şahit isteme sebebini bu kısımlarda anlatıyor. borçlular arasında kavga çıkması sonucunda, kadına zarar verilebilir. Bu sebeple âyette iki kadın ve bir erkek şahitliği tavsiye edilmiştir. 

Diğer konularda şahitlik için bir ayrım yoktur. “kimse anlamadı tek sen mi anladın?” diyecekler için, bir de hadis ekleyelim. 
“Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim dedi. Bunu Nebi (s.a.v)’e anlattım, benden yüz çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzirdiği kanaatinde’’. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13) 

Bu hadiste şuna dikkat edin;
Kadın TEK BAŞINA gelip, hadiste bahsedildiği üzere o iki kişinin süt kardeşi olduğunu söylüyor. Halbuki kadın TEK BAŞINA şahitlik ediyor. Buna rağmen peygamber “iki kadın gerekir başka şahit getirsin” demeden, onun şahitliğini geçerli görüp, evliliği yasaklıyor. Sadece buradan bile , peygamberin tek başına bir kadının şahitliğini saydığı açıkça bellidir. 


15- sadece Arap kavmi için yazılmış. (Fussilet: 44), (Yusuf: 2), (Şuara: 198-199), (Enam: 92)

Hiçbir Ayette “sadece Arap kavmine yazdık, başka kimseye hitap etmiyor” yazmaz. Aksine, kalem 52. yette “kesinlikle o [kur'an] âlemler için bir zikirdir” der.

Delil alınan ayetlere bakalım;
Fussilet 44 “onu yabancı bir Kuran (okunan) yapsaydık, mutlaka ‘onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? ‘derlerdi.”

Buradan Arap kavmine mahsus olduğu sonucu çıkmıyor, inkar eden kişilerin ne olursa olsun yine inkar edeceklerini ve bahane üretecek oldukları vurgulanıyor. Ayrıca “açıklanmalı değil miydi?” sözüne dikkat edelim. Kur'an, bize kendi dilimizde açıklanıyor.

Yusuf 2 “okuyup anlayasınız diye Arapça bir kur'an olarak indirdik” buradan da kur'an'ın Araplara mahsus olduğu sonucu çıkmaz.

Varsayalım ki; böyle bir ayet yok, bir müslüman “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ şeklinde bir ayet yok, demek ki evrensel” dese ne kadar mantıklı olur? Elbetteki mantıksız olurdu. Aynı şekilde “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ yazıyor, o halde sadece Araplara hitap ediyor” demek de mantıksız olur. Çünkü kur'an'ın verdiği hükümler evrenseldir. İlk muhatabı Arap olduğu için doğal olarak “Arapça indirdik” demesi gerekir. Bugün yazılan pek çok bilimsel kaynak, İngilizce yazılıyor. Bu kaynakların İngilizce oluşu, onların İngilizce bilmeyen kişilere hitap etmediğini göstermez, çünkü verilen bilgiler evrenseldir.

Şuara 198-199 “Eğer onu yabancılardan birine indirmiş olsaydık, o da onlara okumuş olsaydı, inanacak değillerdi “

Şuara 195. âyette, Kur’an’ın tam olarak anlaşılabilmesi için “açık bir Arapça” ile indirilmiş olduğu ifade edilmişti. Ancak Hz. Peygamber Arap, getirdiği mesaj da Arapça olunca müşrikler bunu kendisinin uydurduğunu iddia ettiler (bk. Hûd 11/13). Oysa Allah mesajını Arap olmayan birine Arapça olarak indirse ve onun okumasını sağlasaydı –uydurdu diyemezlerdi ama– yine de iman etmezlerdi (Şevkânî, IV,114) veya Kur’an’ı bir yabancının diliyle vahyetmiş olsaydı inkârcılar bu sefer de mesajı anlayamadıklarını ileri sürerek yine inanmayacaklardı (krş. Fussılet 41/44).
Yani ayetin kastettiği olay bu, Arap kavmine mahsus oluşu ile alakası yok.

"16. Peygamberin seks sırası anlatılıyor. (ahzab 51)" muş! 

Hayır, Ahzab 51, Ahzab 50. Ayete atıf olarak “dilediğini [nikahına] alırsın, dilediğini [nikahına] almaktan vazgeçersin” manasındadır. İlişki sırası ile alakası yoktur.

“kimse anlamadı tek sen mi anladın?” diyecekler için belirteyim; Ibni Abbas da böyle anlamıştır, (kaynak: kurtubi ilgili ayet,)
Her şeyi denetleyen Allah, evlilikte kişiyi serbest bıraktığını söylüyor. Hitap her ne kadar peygambere yönelik olsa da, evlilikte serbestlik her Müslümana yöneliktir.

17. Birçok ayet birbirini yalanlıyor. İlk müslümanın Muhammed, Musa ve İbrahim olduğuna dair ayrı ayrı ayetler var. Hangisi belli değil.(A’raf: 143), (En’am: 163), (Ali İmran: 67)


Kuranda birbirini yalanlayan hiçbir ayet yoktur. Ateistlerin bugüne kadar “çelişki” diye iddia ettiği ayetlere en defalarca kez cevap verilmiştir. İlgili ayete gelince;

Ragıp isfehani el müfredat (10. Yüzyılda yazılmış bir sözlük) 
“ben Müslümanların ilkiyim” ayetlerinde geçen “ilk” diye meal edilen “Evl= اول” kelimesinin "uyulacak kişi, önder" manasında olduğunu söylüyor. (müfredat : اول maddesi) 
Zaten kur'an'da bu şekilde kullanımı da mevcuttur.

Örneğin Nisa 59 'da " وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ [sizden olan emir önderleri(اولى)]" 

Enam 163 ve Araf 143 "ben Müslümanların ilkiyim" ayetlerini isfehani "ben iman ve İslam konusunda uyulacak /önder kişiyim" olarak yorumluyor. 

 her peygamber, kendi toplumunda, inananların önderi olmuştur. Sonuçta, ayetlerde çelişki yoktur. 🙂 


18. “El, ayak kesme, sopayla dövme gibi akıl almaz ceza yöntemleri öneriyor.” (Maide: 33-38) 

Maide 33. Ayet terör suçunun cezası olarak; “asma, sürgün,” gibi cezalarla birlikte, yurtta bozgun çıkaranlara yönelik birkaç ceza önerir, Bu cezalar suçun seviyesine göre uygulanır. Nahl 126. yette bir ceza verirken ancak suçun misliyle ceza vermeyi emreder. Terör suçunu işleyen biri, masum halka nasıl bir saldırı yaptıysa, aynı şekilde ceza kendisine uygulanır. Yapılan saldırı “akıl almaz” olunca, verilen cezanın da “akıl almaz” oluşu gayet normal ve eleştiriye kapalıdır.

Bu ayetle ilgili çarpıtma yapılıyor. Bazıları bu ayetin inanmayan kişilere yönelik bir ceza olduğunu söyler. Kur'an bütünlüğüne bakarak, bu iddiaya cevap verelim;

Öncelikle kur'an'da sadece ; mazlumları koruma, (Nisa 75) kendini savunma, (bakara 190) fitne(azab) baskı ve bozgunculuğun ortadan kalkması (bakara 190 - 193) için savaşmak vardır. 🌟

Onun dışında, dini farklı kişilere bile savaş açmadığı sürece iyilik etme emri vardır. (Mümtehine 8 Fussilet 34)
Barışı emreder. (Enfal 61) 🌟

Yunus 99 "Allah dileseydi herkes hidayet bulurdu. Yoksa iman etmeleri için dine zorlayacak mısın?"

Bakara 256 "dinde zorlama yoktur"

inkar etmek, fesat ise neden bu Ayette "savaşın" demiyor da zorlamanın yanlış olduğunu söylüyor?

Mümtehine 8 "Allah sizinle dini uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz"

Savaşa teşebbüs etmediği ve sürgün etmeye çalışmadığı sürece iyilik etmeye müsaade olduğuna göre "inkar etmek, fesattır." demek bu ayetle çelişir. Çünkü, ayette kastedilen kişiler, zaten inkar edenlerdir.

Bakara 190 "size savaş açanlara karşı, siz de Allah yolunda savaşın haddi aşmayın."

Savaş açıldığı sürece savaşın olduğunu söylüyor. Eğer, “inkar etmek, fesattır.” iddiası doğru olsaydı, “'savaş açanlara karşı savaşın” demez, “'inkar eden herkesle savaşın” derdi.

Enfal 60-61 “onlar (size savaş açanlar) barışa yanaşır ise sende BARIŞA YANAŞ "

Bu ayette, savaşta olunan bir topluluğun barış teklif etmesi sonucu barışı emir ediyor.

"inkâr edenlere fesatçıdır" mantığına göre bu âyetin olmaması gerekiyordu. Çünkü bu mantığa göre ;inkar da olduğu sürece barış istese de savaş olacak. (!) 🙂

Nisa 140. "Allahın ayetleri ile ALAY EDİLEN bir ortamda onlar başka bir söze geçinceye kadar onlarla oturma"

Eleştiriyi veya inkar etmeyi geçin, doğrudan Allah'ın ayetleri ile alay olmasına rağmen "onlarla savaşın" demiyor.
Bu ayetten dolayı “eleştiri yapmak ve inkarcı olmak, fesattır” iddiası doğru olamaz.Fesat فساد, barışın tam zıttıdır. Yani terör, savaş, bozgun mânâsına gelir
Şu ayetleri kontrol ediniz; 2:11, 2:30, 2:205, 7:56, 26:152.

Bakara 11- “yeryüzünde bozgun çıkarmayın” denildiği zaman “biz ancak ıslah ediyoruz” derler.

Mesela burada ıslah etmenin, barışın tam zıttı olarak kullanıldığı ayette görülüyor.
Özellikle de “fil ard = yeryüzünde” ifadesi ile birlikte geldiği ayetlere bakarsanız, dediğim manayı tasdik ediyor.

Birde sonraki ayete bakalım.
➡ Maide 34. ": Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce HATASINDAN VAZGEÇENLER müstesna..."

Yani ayette anlatıldığı şekilde bir bozgunculuk, savaş çıkarmaya çalışıp, kendileri yakalanmadan önce hatasından vazgeçenlere ceza olmadığını söylüyor…

Sonuç olarak: ilgili ayetin iddia edildiği gibi, inkarcı olmakla bir alakası yoktur.

Maide 38. yette “hırsızlık yapmakta olan kadın ve hırsızlık yapmakta olan erkeğin eyd'ini kesin “emri geçer.

Eyd, arapçada “eller” mânâsına geldiği gibi, güç/kuvvet mânâsına da gelir. (müfredat: يد) mesela “[وقع يد عدلٍ] adaletin gücüne düştü” denilir ki burada da (يد) kullanılmıştır. (müfredat: يد)

buradan yola çıkarak ayete “güçlerini kesin/engelleyin” manası verilebilir. Kur'an'da “ellerini çekti” “Allah'ın eli onların üzerindedir” “bu elleriniz ile gönderdiğiniz şeylerin karşılığıdır” gibi ayetlerde “güç/kuvvet” anlamında kullanılır.

Ayrıca, Yusuf 32. yette, Yusuf'a hayran kalan kadınların ellerini kestikleri anlatılır. Bu ayette de Maide 38. yette geçen (قطع) fiili kullanılmıştır. Kadınların ellerini sadece çizdikleri bellidir. Buradan hareketle, hırsızlık yapanların sadece ellerinin yaralanması manasında olduğu söylenebilir.

 Ancak, fiziksel olarak kesmek manasında kabul edersek, kur'an bütünlüğüne bakalım;

Mesela biri açlıktan dolayı veya başka bir sebepten dolayı hırsızlık yaparsa ona el kesme cezası verilemez. Bakara 178. yette yasak olan yiyecekler sayılır, “kim mecbur kalırsa, aşırıya gitme olmadan ve sınırı çiğnemeden (saldırganlık yapmadan) ona (bunları yemekte) günah yoktur” denilir. Buradan kıyasla “zaruret, yasakları mubah yapar” hükmü çıkar. Bir insan açlık sebebiyle bir ekmek çalsa, bu ayete göre mubah bir fiil işlediği için hırsızlık cezası verilemez. Aynı mantığı, halife Ömer de savunmuştur. Kıtlık yılında, hırsızlığa mecbur kalacaklar olabileceği için hırsızlığa el kesme cezasını vermemiştir. (kaynak: Aöf, ilahiyat fakültesi ders kitabı “ilk dönem islam tarihi” hz. Ömer dönemi. Hz. Ömer, bu hükmü sadece içtihat yoluyla çıkarmıştır. İlgili ayetlerden bu hükmü kıyas yoluyla ben çıkardım.)
Bu sebeple hırsızlığa el kesme cezası vermek için;
-kur'an'ın emri gereği : her zengin ihtiyaçtan fazlasını vermeli
- kimsenin hırsızlık için mazereti olmamalı (örneğin açlık gibi, hırsızlığa zorlayan bir sebep olmamalı)

Bu ortamda zaten hırsızlık olmaz; yapan da, keyfiyeti için yapar. Cezasını biliyorsa teşebbüs etmez.

19. "Kelle kesmeyi emrediyor." (Muhammed: 4)muş! 
Muhammed 4. yette “savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar inkar edenlerle karşılaşınca rigab ‘ı [boyunlarını] vurun ” yazar.

Rigab kelimesinin “gözetleme merkezi” manasında olduğunu söyleyenler vardır.

<<Pek çok ateist, bu ayeti referans alıp Işid zihniyetinde olanların gerçek müslüman olduğunu ve onların ayetin hükmünü yerine getirdiklerini söyler. Ya da İslam’ın, inkar edenlerin boynunu vurmayı emreden vahşet dini olduğunu iddia eder. Oysa gerçek, bilinenin tam zıttıdır. Ayette anlatılanı delilleri ile deşifre ettiğimde, okuduklarınıza çok şaşıracak ve eğer vicdan sahibi iseniz bu ayetin manasını çarpıtmaktan vazgeçeceksiniz…

Gelelim ayette boyun olarak çevrilen ”rikab” kelimesine. Rikab kelimesi Arapça’da “gözetleme, gözetim altında olma demektir”. Allah’ın isimlerinden biri ” Er Rakib” dir. RKB kökünden gelir bu kelime ve gözetlemek, denetlemek, korumak, bekçilik yapmak manaları vardır. Allah’ın kullarından bir an bile gafil olmadığını, sürekli gözetleyen, koruyan ve kontrol altında tutan olduğunu anlatır. Bu kısa bilgiden sonra sizlere ‘”Rakabe” kelimesinin geçtiği diğer sure ve ayet numaralarını vermek istiyorum. (İlk numara sure, ikincisi ayet numarasıdır.)

Rakabe kelimesinin geçtiği ayetler: (28-18), (28-21), (44-59), (11 -93), (5-117,) (50-18), (4-1)

İnternette yapacağınız kısa bir araştırmanın ardından Rakabe kelimesinin, diğer bütün ayetlerde gözetleyen… manasında çevrilmiş olduğunu göreceksiniz. Her ne hikmetse sadece Muhammed Suresi 4. ayette aynı kelime boyun olarak çevrilmiş. Ve pek çok meal yazarı da birbirinden etkilenerek ayette geçen “rikabi” kelimesine “boyunlar” manası vermişlerdir. Oysa boyun kelimesi Araça’da “A’nâk” kelimesi ile ifade edilir. Bu kelimenin Kuran’da geçtiği sure ve ayet numaraları da şöyledir;

Boyun “A’nâk” kelimesinin geçtiği ayetler: (17-29), (17-13), (8-12), (34-33), (38-33), (13-5), (26-4), (36-8), (40-71)

Bu bilgilerin ardından ayette anlatılanın ne olduğuna bakalım;
Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınzda onların gözetleme/komuta merkezlerini vurun. Sonunda üstün geldiğinizde onları esir alın; onları ya karşılıksız veya fidye karşılığında salın. Savaş durumu kalkıncaya kadar bunu uygulayın… (Muhammed Suresi, 4)

Bir ayeti okuduğunuzda, başı, sonu, öncesi, sonrası ile beraber okumanız gerekir ki konu bağlamından kopmasın. Bu ayetin ilk cümlesinde inkar edenlerle karşı karşıya geldiğiniz savaş anında, o inkar edenlerin komuta/gözetleme merkezlerini vurun der. Sonra onlara üstün geldiğinizde onları esir alın der. Ve savaş bitiminde de aldığınız esirleri karşılıksız veya fidye karşılığında salın der.

Şimdi soruyorum; Savaş zamanı inkar edenlerin boyunlarını vurduğunuzda -ki bu da boyunlarını kesin manası içermez- boynunu keserek öldürdüğünüz adamı nasıl esir alacaksınız? Adam zaten ölmüş olmuyor mu? Ayette, boyunların kesilmesi ile uzaktan yakından alakalı bir anlatım yoktur. Bu ayetin manasını delillere rağmen çarpıtmaya devam edenler, İslam’ı değil, kendi samimiyetlerini ve vicdanlarını sorgulamalıdırlar. (Allah en doğrusunu bilir)

Sonuç: İslam’da savaş, “Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi.” (Hac Suresi, 39) ayeti gereği, sadece saldırı olursa, savunma amaçlı yapılır. “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara Suresi, 190) ayetinde de belirtildiği gibi, müslümanlarla savaşanlara karşı savaş haktır. Ama aşırı gidilmesi yasaktır. Ve savaş ortamı oluştuğunda taraflar ölmemek için birbirlerini öldürürler. Öldürmeden saldırganı etkisiz hale getirmenin adı da esir almaktır. Savaş sonrası esirler de karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılır.

IŞİD’in yaptığı katliamın kaynağı Kuran değil, uydurma sözde hadislerdir. IŞİD, müslümanım diyenlerin kafasını kesiyor. Oysa Allah ayette; “Kim bir mü’mini kasıtlı olarak öldürürse cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazaplanmış, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır.’‘ (Nisa Suresi, 93) diyor.>>

(Yazı “kuranda çelişki olmaz” sitesinden alıntıdır)

Ayetteki bu kelimenin “boyun” olduğunu kabul edersek şu şekilde bir izah yapalım;
 Arapçada, bir şeyin bir parçasını söyleyerek tümünü kasıt etmek dediğimiz bir olay vardır. (bakınız : belegat) mesela “el” diyerek kişinin gücü kasıt edilir. “boyun” diyerek, köle kasıt edilir (müfredat :رغب) “boyun vurmak” infaz etmek manasındadır. Boyun ile savaşçının tamamı kasıt edilir, vurmak ile de infaz etmek kasıt edilir. Bu yüzden ayeti “düşmanı infaz edin” şeklinde anlamak gerekir. Zaten o dönemde ok kullanıldığını biliriz. Peki savaş esnasında ok kullanmak bu ayete aykırı hareket etmek mi oluyor? Yoksa ayetin demek istediği üstte açıkladığım gibi “infaz etmek” manasında mı?


20. Nerede bulursanız öldürün diyor. (Bakara: 191)

İsra 33 “haklı bir sebep olmadıkça Allahın muhterem kıldığı cana kıymayın”
Maide 32 “her kim fesat çıkarmadığı halde bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibidir”
Kuran, sadece savunma amaçlı savaşı emir eder. Durduk yere öldürmeyi emir etmez.
Kuranın hiçbir ayetinde durduk yere gidip adam öldürün demiyor. Cımbız yapılan bakara 191. Ayetin bağlamına bakalım;
Bakara 190 “size savaş açanlara karşı savaşın haddi aşmayın”
Bakara 191 “ONLARI bulduğunuz yerde öldürün, sizi yurtlarınızdan çıkardıkları gibi sizde onları çıkarın “
Bu ayetteki onlar zamiri, önceki ayetteki savaş açanlara dönüyor. Yani savunma amacıyla savaşı emir ediyor..

21. Sadece Muhammed'e özel kadınlar listesi var. Müminlere 4 kadın, Muhammed'e sınır yok. (Ahzab: 50)

Ahzab 50 “Ey Nebi! Kesinlikle biz, mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana hediye olarak verdiğinden; sahip olduğunu, seninle birlikte hicret eden amcanın, Halanın, Dayının, Teyzenin kızlarını sana helal ettik.¹

, bir de kendini Nebi'ye hibe eden bir kadın, eğer Nebi onunla evlenmek isterse, sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık, diğer müminlere değil…”

Ayetteki “bir de” kısmına kadar yazan bölümdeki kişiler tüm müminlere helâldir. Çünkü Nisa 22-24 ayetlerinde bu kişiler, müminlere yasak edilmiyor. Kaldı ki, peygamber buradaki kadınların hiçbiri ile evlilik yapmadı. (Zeynep hariç, ahzab 37. Ayetin konusu olarak bu ayetten bağımsızdır) ayrıca “peygambere sınır yok” iddiası geçersizdir. 52. yette “bunlardan başkası sana haramdır” demesi sınır getiriyor.


22. Kadının cariye olmasına onay veriyor. (Mearic: 30), (Nisa: 24-25), (Muminun: 6), (Nur: 33)

Kuranda “cariye edebilirsiniz” veya “cariye edin” yazan bir tek ayet yoktur. Aksine, Muhammed 4. yette esirleri serbest bırakılması emir edilir. Cariye, kuranda geçmez. 

Kuranda "sağ ellerinizin sahip oldukları" veya "sözleşmelerinin sahip oldukları" mânâsına gelen "mameleketeymenukum /ما ملكت أيمانكم" ifadesi geçer. Gelenekte bu ifade köle kadınlara (cariyelere) bağlanıyor. Ancak bunların kimler olduğu sadece yorumdan ibarettir. Kur'an bütünlüğüne bakarak bunların kim olduğunu çözebiliriz. Mesela peygamberden gelen bazı rivayetlere dayanıp bunların Mumtehine 10. yette bahsi geçen mülteci kadınlar olduğu da söylenmiştir. Bazıları bu kelimenin “hukuka uygun olarak sahip olduğunuz kimseler” manasında olduğunu da söylemiştir. (kurtubi Nisa 24) 

Bu kadınların kim olduğu mühim değil, kur'an'a göre bu kişilerin kim olduğunu bilmek yeterli;

1- bunlar sadece kadınlar değildir, erkeklere de bu ad verilebiliyor. Örneğin Nur 31. Ayette, kadınların sahip olduğu kişiler için bu ad veriliyor. 
2- bu kişilerle hem ailelerinin iznini alınıyor, hem mehir veriliyor, hemde evlilik yapılıyor. (Nisa 25. Ayette “ailelerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini maruf bir biçimde verin”) 

Şimdi ilgili ayetlere bakalım. 


Nisa 24. Ayet
Nisa 22. Ayetten itibaren, EVLİLİĞİN yasak olduğu kadınlar sayılmış, Nisa 24 'de devam etmiştir. Bağlamı ile birlikte ayeti okuyalım;

Nisa 22-24 "... size şu kadınlarla EVLİLİK HARAM kılındı;.... Sağ ellerinizin/yeminlerinizin sahip oldukları müstesna, Muhsena kadınlar da size (EVLİLİK İÇİN) haram kılındı..."


Ayeti BAĞLAMINDAN kopararak "sağ ellerinizin/yeminlerinizin sahip oldukları" denilenler ile nikahsız ilişkiye müsade olduğunu iddia ediyorlar, bunun ayetin anlamını bozmaktan başka bir anlamı yoktur 🙂 

Muhsena, "korunmuş" manasındadır. "Evli" bazen de "iffetli" manasındadır. (müfredat: حصن) 
Evli kadınlarla evlilik yasaktır, ancak mülteci müslüman kadınlar, kocası kafir, kendisi müslüman olarak müslüman bir ülkeye hicret ettiği zaman, onlarla evlilik serbest bırakılıyor.

Biliyoruz ki, Evlilik (nikah =نكاح) iki tarafın da rızasıyla olur. Zorlama ile yapılamaz. (bkz: Nur 33 ve Buhari ikrâh 3) hicret eden kadının da rızası varsa, bunda eleştirecek bir taraf yoktur. 

Müminun 5-6 mearic 29-30. Ayetleri de nikahsız ilişkiye delil alınan hatta "dört eş +sınırsız cariye" diye çarpıtma yapılan ayetlerdir.
İlgili ayetlerde şu ifade geçer;

"onlar ki, edep yerlerini korurlar. Ancak eşleri ve sağ ellerinizin sahip oldukları müstesna..."

Önemli bir nokta: 1. Ayetten itibaren, kadına da, erkeğe de hitap etmektedir. Yani, bu Ayette helal olan kişiler sadece erkeklere mahsus değil, kadına da serbesttir. Bir kadın eşi veya ‘sağ elinin/yeminin sahip olduğu’ denilen kişi ile birlikte olması serbesttir. 

Geleneğin verdiği mealde yapılan hata "veyahut ifadesini "ve" olarak çevirmeleri VE diğer ayetleri dikkate almamalarıdır.

Arapçada "ve" bağlacı, "ve =و" olarak geçer.
 "veya /yahut" ise "ev =او" olarak geçer.
Müminun 6 ve mearic 30 ayetlerinde "veya" bağlacı vardır.
Okunuşu; " İlla ala ezvacihim EV (او) ma meleket eymanuhum,"

Nisa 25. Ayetteki "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimseler, Sağ ellerinizin sahip oldukları ile evlensinler..."

Bu ayet gereğince, birisi ancak "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü" yetmiyor ise, ‘yeminlerin sahip oldukları’ denilen kadınlarla evlilik yapabiliyor. Aksi takdirde yapamıyor. Evlilik olsun, birliktelik olsun, iki tarafın da onayı ile olduğu sürece, eleştiriye kapalıdır. Sonuçta ayet erkeğe mahsus değil ve ateistlerin iddiası ile hiçbir ilgisi yoktur. 

Nur 33. yette yapılan bir çeviri hatası vardır, bu sebeple doğru bir şekilde kelime anlamı ile açıklayarak yazacağız;
Ayetin ilgili kısmı “...kızları¹ taşkınlığa² zorlamayın. Sırf dünya hayatının menfaatini arıyorsunuz diye…”

¹:Ayetteki “feteyat” kelimesi, “cariyeler” diye meal ediliyor . Ancak, kelime manası cariye değildir. Bu kadınlar daha çok genç kızları ifade etmek için kullanılır. Bu kişiler, Öz kızlar (benat=بنات) değildir, önceki kısımlarda anlattığım gibi, mülteci kadınları kapsıyor. Bu kadınlar hicret edip, yanına sığındığı ailenin bir bireyi sayılıyor. 

²: ayetteki “biga” kelimesi köken olarak, “haddi aşmak” manasındadır (müfredat : بغي) bu sebeple Ayette “haddi aşmaya, yanlışa, isyana” mânâsına geliyor. “bu ayeti kimse anlamadı tek sen mi anladın?” diyecekler için, birkaç yeri örnek vermek istiyorum;

Buhari ve Ragıp isfehani, bu ayeti referans alıp, zorla evliliğin yasak olduğunu ve kadınları herhangi bir şeye zorlamanın yasak olduğunu söylüyor. Eh, Araplar bile böyle anlıyorsa, aksini iddia edemeyiz. (müfredat : كره maddesi, Nur 33. Ayet) 

Sonuç olarak ilgili ayetin ve ayetlerin, iddia edildiği gibi “kadının cariye olmasına onay vermek” ile alakası yoktur. Ateistlerin yine içi boş bir iddiasına bakınca, samimiyetten uzak olduklarını görüyoruz. 

"23- Ayetlerde anlatım bozukluğu var. enam 151. yette haram olan şeyleri anlatırken arada anaya babaya iyilik etmeyi emir ediyor. "


Enam 151. yette geçen “haram” kelimesi, bazen “yasak” bazen de “kutsal” manasındadır. Örneğin kabe'ye “mescidi haram /المسجد الحرام” denir. “yasak mescit” manasında Değil, kutsal mescit anlamındadır. Kısaca bu Ayette anlatım bozukluğu yoktur. Allah'ın kutsal saydığı eylemlerin içinde anaya babaya iyilik etmek vardır. 

24. Anlayasınız diye Arapça indirdik deniliyor. Arapça evrensel değil. (Yusuf: 2)


“Arapça indirdik” ifadesi, evrensel olmayıp sadece Araplara hitap ettiğini gösteremez. Farz edelim ki; böyle bir ayet yok, bir müslüman “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ şeklinde bir ayet yok, demek ki evrensel” dese ne kadar mantıklı olur? Elbetteki mantıksız olurdu. Aynı şekilde “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ yazıyor, o halde sadece Araplara hitap ediyor” demek de mantıksız olur. Çünkü kur'an'ın verdiği hükümler evrenseldir. İlk muhatabı Arap olduğu için doğal olarak “Arapça indirdik” demesi gerekir. Bugün yazılan pek çok bilimsel kaynak, İngilizce yazılıyor. Bu kaynakların İngilizce oluşu, onların İngilizce bilmeyen kişilere hitap etmediğini göstermez, çünkü verilen bilgiler evrenseldir.

25. "Mekke ve civarı için indirdik" diyen ayet de var evrensel diyen de... Kuran evrensel değil KAVİMSELDİR. (En’am: 92) 

Enam 92. Ayette “... Kuranı mekke ve çevresini SENİN tebliğ etmen için indirdik” denilir. Bu ifadeden kur'an'ın evrensel olmadığı sonucu çıkmaz, peygamberin elçilik görevinin mekke ve çevresi olduğu sonucu çıkar. biliyoruz ki, peygamber mekke ve çevresini uyardı, âyette bunu anlatıyor. 
Yûsuf 104: Kur´an, alemlere seslenen bir hatırlatmadır sadece.

Kalem-52 :Oysa Kur’an, âlemler için öğütten başka bir şey değildir

26. Peygamberin öz amcası Ebu Leheb'e beddua ve hakaretler var ve bu namaz suresi... (Tebbet: 1-5)

Tebbet suresinde herhangi bir beddua veya hakaret yoktur. 1. Ayeti genelde “Ebu lehebin iki eli kurusun” şeklinde meal ettikleri için böyle bir yanlış anlaşılma ortaya çıkıyor. Dili bilmeyenlerin anlaması biraz zor olsa da, kısaca açıklıyorum;

Arapçada dua/beddua, geçmiş zaman fiili ile (mazi fiil) ifade edilir. Örneğin dilimizde “Allah şifa versin” diye dua ederiz ancak arapçada “Allah şifa verdi” şeklinde dua edilir. Bu bilgiden dolayı mealler burayı beddua olarak çeviriyor. Ancak Allah beddua etmez, dua/beddua Allah'a isnat edilirse, bu Allah'ın meydana getirmesi olur. Benzeri bir görüşü, isfehani de söyler (müfredat : قتل maddesi) 

Gelelim ayetin dil bakımından izahını yapmaya;

Tebbet suresinin 1. Ayetini şu şekilde meal edeyim ; “Ebu lehebin iki eli [mülkü/gücü kuvveti] helak oldu[Tebbet) , [kendisi de] helak oldu (teb)“

 “iki eli” ifadesi metafor olarak mal mülktür. 
İlk “Tebbet” fiili, çekimi gereğince (dili bilmeyenler de okuduğu için detaya girmiyorum) iki ele (mülküne) atıf olmuştur. Sonraki “teb” fiili çekimi gereğince Ebu lehebin kendisine atıf olmuştur. 
Bu Ayet herhangi bir şekilde beddua veya hakaret içermiyor, ahirette olacak şeyleri önceden söylüyor, sonraki ayetlerde “cehennemde odun hammalı olacak” ifadeleri de, bu tezimi destekler. 


27. Peygamberin evinden misafir kovma ayeti var. (Ahzab: 53) 

Bazıları sadece yazılana, zeki insanlar ise, verilen mesaja bakarlar. İlgili Ayette peygamber ve müminler üzerinden misafirlik adabı anlatılır. yette “vakit gözetmeksizin evlere gelmeyin, peygamber (ev sahibi) bunu söylemekten çekinir, eşlerinden bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin,” tarzı ifadeleri, misafir ve ev sahibinin davranışlarının nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Sadece bu Ayette değil, diğer ayetlerde de farklı olaylar (İbrahim ve Lut'un evine gelen misafirler gibi) üzerinden edep dersi verilir. 

28. Peygamber evlatlığı Zeyd'in karısını koynuna alabilsin diye ayet var. (Ahzab: 37) 

İslamda, “evlatlık” diye bir şey yoktur. (Ahzab 4) 
Peygamberin bir evlatlığı olmadığına göre, herhangi bir dul kadınla yaptığı evliliğe de “evlâtlığın boşandığı eşle evlenmek” denemez. 

İnsanlarda bazı ahlak anlayışları, tamamen kültüre dayanır. Bulundukları toplumda bir eylem “ahlaksızlık” kabul ediliyorsa, doğal olarak o insanlar da bunu ahlaksızlık kabul ederler. Mesela X toplumuna göre akraba evliliği ahlaklı olabilirken, Y toplumuna göre ahlaksız bir eylem olabilir. Halbuki bu konuda kriter olan tek şey kültürdür. Kısacası, bunun gibi ahlak kurallarını insanlar kendileri yaratıyor. Yani hiçbir kimse “kuzen, Öz kardeş gibidir” dememiş olsaydı, bugün belki kimse akraba evliliğinin “ahlaksızlık” olduğunu iddia etmezdi. Aynı şekilde, Eğer, hiçbir kimse “evlâtlığın Öz oğlun gibidir” demeseydi, ne bugün ne de o zaman, hiçbir kimse peygamberin bu evliliğinin “ahlaksızlık” olduğunu iddia edemezdi. Çünkü bu “ahlaklı-ahlaksız” kavramlarını insanlar bu tarz konularda kendileri yaratıyor. Tabi doğuştan gelen ahlak kuralları ile bu tarz manevi ahlak kuralları farklıdır. Bir doğuştan gelen ahlak vardır, bir de insanlar kendilerinin yarattığı ahlak kuralları vardır. Evlatlık kurumu da buna bir örnektir. Bu dediğim noktaya ahzab 4. ayet çok güzel bir şekilde değiniyor… 

Ayetin iniş sebebi hakkında birden fazla rivayet ve dedikodular var olduğu için, güvenilmez olduğunu belirterek, iniş sebebi hakkında birkaç bilgi vereyim
Peygamberimizin zeyd adında bir kölesi vardı , zeyd, peygamberimizin kuzeni olan Zeynebi çok beğenir onunla evlenmek ister. Peygamberimiz Zeynebi küçüklüğünden beri her yönü ile tanır. Zeyd'in isteği üzerine Zeynep ile zeyd'i evlendirir. Ancak bu evlilikte ciddi geçimsizlikler yaşanır. Zeyd peygambere gelip, Zeynebi boşamak istediğini söyler, peygamberimiz ise ".. Onu nikahında tut (boşama) Allah'tan kork!" (ahzab 37)diye ısrar eder, ancak zeyd daha fazla dayanamaz ve Zeynebi boşar. Ardından Allahın emri gereğince peygamberimiz, Zeynep ile evlenir. 

Bu evlilik yüzünden zaten eleştiriye maruz kalmıştır, ateistlerin gözüyle 'yalancı peygamber' olarak bakarsak, eleştiriye maruz kalacağını bile bile bu evliliği yapması, mantıksızdır. Çünkü insanları kendisine inandırmak için uğraşıyor, her şeyi yapıyor. Ne diye eleştiriye maruz kalacağını bile bile bu evliliği yapsın? bir peygamber sırf bu yüzden kendisinin yalancı olduğunun iddia edileceğini bile bile böyle bir eylemde bulunması imkansız! 

Ek bilgi :
Bu evlilikte, Zeyneb'in daha önceden peygamber ile evlilik yapmak istediği bellidir. Sebebi ise, 
Zeyd, Zeynep'i boşayıp, peygamberin onunla evlenecek olduğunu söylediğinde Zeynep'in sevinmiş olduğu söylenir (nesefi medarik, 33:37) buradan yola çıkarsak , Zeynep'in peygamber ile evliliği arzu ettiği bellidir

 Ayette “sen, Allah'ın açığa çıkaracağı o şeyi (?) içinde gizliyor ve insanlardan korkuyorsun” ifadesinden kasıt şudur;

“Allah Elçisi, onu (Zeynep'i) Zeyd'le evlendirmezden önce Zeyneb'in kendi eşleri arasında olacağını çok iyi biliyordu. Zeyd eşinden şikâyet etmek üzere Hz. Peygambere gelince, Rasûlullah ona Allah'tan kork ve eşine sahip ol, dedi. îşte bunun üzerine Allah Teâlâ Rasûlüne buyurdu ki: Ben, seni onunla evlendireceğimi sana haber vermiştim. Sen ise «Al­lah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun.» (ıbni kesir: 33:37) peygamber, böyle bir evlilik olacağını ve olduğu takdirde insanların “evlâtlığın boşandığı eşine göz dikti” diye fitne çıkaracaklarını tahmin ediyor, bu sebeple insanlardan korkuyordu. İçinde saklamış olduğu şey de budur. Bazılarının iddia ettiği gibi “Zeyneb'e olan aşkı” değildir. Zaten peygamberin bu evlilikten hiçbir çocuğunun olmaması da, evliliğin amacını belli ediyor. Eğer amacı gerçekten, bazı kaynakların anlattığı gibi aşk olsaydı,çocukların varlığıyla övünülecek bir ortamda, çocukları olurdu. Diğer evlilikleri nasıl keyfi olmayıp, siyasi ve vahye dayalı bir sebepten olduysa, bu evlilikte böyle olmuştur. 

29. Evlenme yaşı için sınır yok.??? 

Var (Nisa 6)Yaş sınırı da vardır, zorla evlilik de yasaktır. Zorla evlilik de dolaylı olarak yaş sınırını getirmiş oluyor ve çocuk evliliğini engelliyor.
Kur'an yaş vermeden başka bir yöntemle yaş sınırı koymuştur.
Nur suresinin 33. yette "dünya hayatının menfaatini elde etmek için, korunmuş olmak isteyen genç kızlarınızı taşkınlığa zorlamayın" demektedir. Bu ayet genel olarak kızların herhangi bir şeye zorlamanın haram olduğunu gösterir. Bir kız, evlenmek istemiyorsa, onu evliliğe zorlamak bu ayete karşı gelmek olacaktır. Ayrıca, Buhari bu ayeti delil alarak zorla yapılan evliliğin geçersiz olduğunu söylemiştir.
Bazıları, "1400 yıLdıR kiMsE aNlaMaDı tek sen mi anladın" diyebilir. Bunu diyenler için hadislerden örnek verelim.
Buhari ikrâh 3'de geçen bir hadiste, rızası alınmaksızın evlilik yapan bir kadının peygambere şikayeti üzerine peygamberin bu nikahı geçersiz saydığı görülüyor. Ayrıca, hz Aişenin, "kadınlarla nikah konusunda istişare edilir mi?" sorusuna peygamberimizin "evet" dediği rivayet edilir. Sonuç olarak gerek ayet olsun gerekse hadis, hiçbir şekilde zorla yapılan nikaha müsaade edilmediği açıkça görülüyor.

Çocuk yaşta evlilik konusu da bununla bağlantılıdır. küçük kız çocuklarını zorla evlendirmesi bu hükümlere aykırıdır. Kuran Nisa suresinin 6. Ayetinde, yetim çocukların evlilik çağına kadar denenmesini emir eder, yani bir evlilik çağı olduğu belirtilmiştir buna rağmen nasıl "kuranda evlilik için yaş sınırı yoktur" denebilir? Ayrıca âyette Bir olgunluk görünürse de malların verilmesini emir eder. Nisa 24. Ayete göre erkeğin, evlilik esnasında kadına mehir vermesi şarttır. Nisa 6. Ayete göre bir kızın, malını alması için evlilik yaşına ulaşması yani rüşde ulaşması gerekir. Eğer bu çağa ulaşmadı ise mehir alamaz. O halde rüşde ulaşmayan kızla evlenmek kurana göre mümkün değildir..

30. Sınırsız cariye helal. (Muminun: 6), (Nur: 32-33), (Ahzab: 50-52-55), (Mearic: 30) 

Müminun 5-6 mearic 29-30. Ayetleri de nikahsız ilişkiye delil alınan hatta "dört eş +sınırsız cariye" diye çarpıtma yapılan ayetlerdir.
İlgili ayetlerde şu ifade geçer;

"onlar ki, edep yerlerini korurlar. Ancak eşleri ve sağ ellerinizin sahip oldukları müstesna..."

Önemli bir nokta: 1. Ayetten itibaren, kadına da, erkeğe de hitap etmektedir. Yani, bu Ayette helal olan kişiler sadece erkeklere mahsus değil, kadına da serbesttir. Bir kadın eşi veya ‘sağ elinin/yeminin sahip olduğu’ denilen kişi ile birlikte olması serbesttir. 

Geleneğin verdiği mealde yapılan hata "veyahut ifadesini "ve" olarak çevirmeleri VE diğer ayetleri dikkate almamalarıdır.

Arapçada "ve" bağlacı, "ve =و" olarak geçer.
 "veya /yahut" ise "ev =او" olarak geçer.
Müminun 6 ve mearic 30 ayetlerinde "veya" bağlacı vardır.
Okunuşu; "İlla ala ezvacihim EV (او) ma meleket eymanuhum,"

Nisa 25. yetteki "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimseler, Sağ ellerinizin sahip oldukları ile evlensinler..."

Bu ayet gereğince, birisi ancak "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü" yetmiyor ise, ‘yeminlerin sahip oldukları’ denilen kadınlarla evlilik yapabiliyor. Aksi takdirde yapamıyor. Müminun 6 ve mearic 30 ayeti iddia edilenin aksine; sınır getiren bir olaydır. Ki, zaten “cariye” diye bir şey yok. Nur 32-33 ayetlerinde konuyla alakası yok. 22. Maddede söylediğimiz gibi, cariyelik değil, kadınları zorlamanın yasak olduğunu söylüyor. Ahzab 50. Ayette peygambere evlilik maksadıyla helal edilen bir takım kişilerden - ki bu kişiler, inananlara da helâldir, Nisa 23-24. Ayetlerde, bu kişiler haram edilmiyor- bahsediyor. Yine içi boş bir iddia ve konuyla alakasız.. 


31. Ayetleri sorgulamayın diye ayet var. (Maide: 101)

Maide 101. Ayetin, ”ayetleri sorgulamayın” diye bir ifadesi yoktur. İlgili Ayette, hükümlerin detayı hakkında soru sormayı yasaklar. Örneğin “namaz niye beş vakit? Üç olsa? Başa sarık sarmak farz mı?” gibisinden gereksiz detayları sormayı yasaklar. 
.Mesela Allah bir hayvan kesilmesini emir ediyor. Fakat Musa kavmi sürekli olarak detay sorarak ibadeti içinden çıkılmaz bir hale getirmeye çalışır;

Hani Musa kavmine: “Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. “Bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. (Musa) “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” dedi. [Bakara Suresi (2/67]

“Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın” dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) “Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin” dedi. [Bakara Suresi (2/68]

(Bu sefer) dediler ki: “Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin.” O: “(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir” dedi. [Bakara Suresi (2/69]

(Onlar yine:) “Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşaallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz” dediler. [Bakara Suresi (2/70]

(Bunun üzerine Musa, “Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir” dedi. (O zaman): “Şimdi gerçeği getirdin” dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı. [Bakara Suresi (2/71]

Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur’an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır. [Mâide Suresi (5) /101]

Maide suresi 101. Ayette Allah ibadetle ilgili soru detaylı soru sormayı yasaklıyor. Atıyorum “namaz niye günde bir defa değil? Başa sarık nasıl sarılır?” tarzı soru sormak gibi.. 
. Yani Kuran’da ne varsa onlardan sorumluyuz, gereksiz detay sormayın diyor Allah. Ne yazık ki şu an özellikle Ramazan programlarında gördüğümüz, dinde detay sorma hastalığına bu ayetle eleştiri getirilmiştir.
Ayrıca bu iddiayı ortaya atan arkadaş şu ayetleri hiç görmemiş olmalıdır ;
(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. [Sad Suresi (38/29]

Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. [Nisa Suresi (4/82]

32. Dünyada haram ettiği zina ve içkiyi ahirette ödül olarak anlatıyor.(Bakara: 219), (Maide: 90-91), (Yunus: 4), (Nahl: 67), (Bakara: 25), (Ali İmran: 15), (Duhan: 54), (Tur: 20),

Bunu yazanın “zina” kavramını tanıması gerekiyor anlaşılan. 🙂
Zina, evlilik dışı birliktelik demektir. Evlilik içi birliktelik için, kimse zina demez. Ahirette ödül olarak verilen “eş”’tir. Zina değildir.
Saffat 48.Ayet: Yanlarında güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü EŞLER vardır.
Bakara 25.Ayet: tertemiz EŞLER vardır.

İçki (içecek) için kuranda mühürlü temiz ve sarhoşluk vermeyen bir içecek olduğu çoğu âyette belirtilir.

Mutaffifın 25.Ayet: mühürlenmiş bir içkiden içerler.
Saffat 45.Ayet: Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.
Saffat 46.Ayet: Berraktır, içenlere lezzet verir.
Saffat 47.Ayet: O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar.

Dünyada haram edilen içecek ile, ahirette vaad edilen içecek aynı değilken, dünyadaki içki ile ahirette vaad edilen içeceği kıyas etmek nasıl bir mantıktır?



33. Eşcinselleri lanetliyor. (Nisa: 15-16), (Araf: 80-81), (Hicr: 71), (Şuara: 165), (Neml: 55)

İlgili ayetlere bakılacak olursa, “.. Siz kadınları bırakıp, erkeklere ilgi duyuyorsunuz…”demesi, onların kendi tercihleri olarak Eşcinsel olduğunu belirtiyor. Yani bu kişiler özde Eşcinsel değil, kendileri olmayı tercih ediyor bunun üzerine kendileri helak ediliyor.


Peki eş cinsellik doğuştan mı gelir?
Eşcinselliğin genetik olarak doğuştan mı geldiği yoksa sonradan kazanılan bir alışkanlık mı olduğu uzun zamandır araştırma konusu. Genetikçiler bu konuda geniş çaplı araştırmalar yapmasına rağmen şu ana kadar bir eşcinsellik geni bulamadılar.¹ Kromozom X üzerinde Xq28 bölgesinde eşcinsellik ile ilişkili olabileceği düşünülen bir bölge olduğu bir çalışmada bildirildi, fakat daha sonraki çalışmalar bunu doğrulayamadı.¹ Yine ikiz kardeşler üzerinde yapılan çalışmalar bir eşcinselin ikiz kardeşinin de eşcinsel olma oranının %20 oranında olduğunu göstermiştir.¹ Tabi bu rakamın tamamını genetik faktöre de veremeyiz, çünkü birlikte büyüyen ikiz kardeşlerin birbirlerini alışkanlıklar konusunda da etkileyeceğini unutmamalıyız. Eğer eşcinsellik doğuştan gelen genetik olarak kaçınılmaz bir sonuç olsa idi bu tür ikiz kardeşlerin her ikisinin de kaçınılmaz olarak eşcinsel olması gerekirdi. Şu ana kadar böyle bir genin bulunamayışı eşcinselliği yöneten kuvvetli ve karşı konulamaz bir genin bulunmadığını gösteriyor. Çünkü bir özelliği sağlayan kuvvetli genlerin bulunması çok kolaydır ve kısa sürede bulunur. Bilim insanları da artık eşcinsellik üzerinde etkili kuvvetli bir gen olmadığına kanaat getirmiştir ve doğuştan gelen genetik faktörler yerine sonradan kazanılan epigenetik faktörlerin daha etkili olduğu yönünde fikir birliği oluşmuştur.¹

Fakat yatkınlık sağlayan düşük kuvvetli genler bir ihtimal olabilir. Çünkü her insan genetik olarak bir şeylere yatkın olabilir. Örneğin kimisi genetik olarak çok yemek yemeğe yatkındır, kimisi dedikoduya, kimisi bencilliğe yatkındır vs. Yatkınlıklar düşük kuvvetli genler tarafından meydana getirilir fakat bu yatkınlıklar kişi için bağlayıcı değildir ve karşı koyulabilir. Örneğin çok yemek yemeğe yatkın olduğu halde güzel görünmeye de yatkın olduğu için kendini diyete alan çok sayıda insan vardır. Buna rağmen şu ana kadar eşcinsellik üzerinde etkili olan düşük kuvvetli bir gen dahi tespit edilememiştir. Bunlar gösteriyor ki “eşcinselliğim doğuştan geliyor, kaçınılmaz” diye bir mazeret kabul edilemez.

Popülasyon genetiği açısından bakıldığında; genetik faktörlerin eşcinselliği oluşturmada ciddi bir etkisi olsa idi, buna neden olan genler uzun zaman önce doğal seçilimle yok olup giderdi. Çünkü eşcinsel bir ilişki ile üreme şansı olmadığı için, eşcinseller genlerini sonraki nesillere aktarmada eşcinsel olmayanlara göre çok daha zayıf kalacaklardı, böylece eşcinsellik zamanla tükenecekti. Eğer genlerin cinsel tercihler üzerinde bağlayıcı bir etkisi olsaydı böyle olması beklenirdi, çünkü bu tür insanlar karşıt cinsle birlikte olamayacak ve ister istemez hem cinsleriyle birlikte olacaktı. Bu yüzden popülasyondaki gen frekanslarının hızla düşmesi ve kaybolması gerekirdi.

Referans:
¹: Balter, M., Can epigenetics explain homosexuality puzzle? 2015, American Association for the Advancement of Science.
Gavrilets, S., U. Friberg, and W.R. Rice, Understanding Homosexuality: Moving on from Patterns to Mechanisms. Archives of sexual behavior, 2018. 47(1): p. 27-31.

Bu kısım, Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntıdır. 

34. Gayrimüslimlerin cennete girebileceği de söylenirken, başka ayette tam zıttı söyleniyor. (Bakara: 62), (Maide: 69), (Nur: 39), Hu: 15-16), (Tevbe: 17)
Bakara 62. ve Maide 69. Ayetleri: Yahudi, Hristiyan ve sâbiî kimseler olup, Allah'a ve ahiret gününe iman edip Sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar olduğunu söyler. Yahudi ve Hristiyanların kafir olduğunu söyleyen kim? Allah, şirk koşan Yahudi ve Hristiyanların “kafir” olduğunu söyler. 

Bakara 116- ve "Allah çocuk edindi" dediler. O yücedir [bundan münezzehtir]¹. Hayır! Göklerde ve yerde [tüm evrende] ne varsa, hepsi onundur [Allah'ındır]. [Onların²] her biri ona [Allah'a] gönülden bağlı olarak itaat eder.

Bunun yanı sıra, Yahudi ve Hristiyanların gerçeği, örtmeleri sebebiyle kafir olduğunu ve içlerinde gerçeği kabul eden ve doğru yolda bulunan kimseler olduğunu söyler;

Bakara 

75 - onlardan [yahudilerden] bir grup vardı. Allah'ın kelamını duyuyordu, sonra onu anladıktan sonra bilerek onu tahrif ediyorlardı. [Durum bu haldeyken] size inanırlar diye mi umut ediyorsunuz? (umut etmeyin!)

76- onlar [yahudiler] inanan kimselerle karşılaştıkları zaman "inandık" dediler. Birbirleriyle karşılaşınca, "Efendinizin katında size karşı delil olması için mi Allah'ın size açtıklarını [hüküm ettiklerini], onlara söylüyorsunuz? Hiç düşünmez misiniz?" dediler.

77- gizliyor olduklarını ve açıklıyor olduklarını, Allah'ın biliyor olduğunu bilmiyorlar mı?

111- "cennete kimse girmeyecek, ancak kim Yahudi veya nasrani (Hristiyan) ise [o, cennete girecektir.]" dediler. İşte bu [söyledikleri] kendilerinin kuruntusudur. "Eğer sadık/doğru kimseler iseniz, en sağlam olan kanıtınızı [burhan] getirin!" de.

112- (durum gerçekten onların anlattığı gibi mi?) Hayır! Kim iyilik eden olarak yüzünü [kendini]¹ Allah'a teslim ederse, artık onun ödülü Efendisinin katındadır. Onlara bir korku yoktur onlar üzülmezler.

121- o kimseler kendilerine verdiğimiz Kitabı, gerçek okunmasıyla okuyorlar[Takip ediyorlar]¹ işte, ona [o kitaba] iman edenler/inananlar onlardır. Kim onu görmezlikten gelirse/gerçeğini örterse, işte, zararlı çıkanlar onlardır.

Sonuç olarak, kur'an sadece yanlışı tercih eden, gerçeği örten ve “Allah çocuk edindi” diyen kişilerin cehennemlik olduğunu söyler. İnançlı ve doğru yolda olan Yahudi ve Hristiyanların kafir olduğunu söylemez. 

Alimran 113-114-115- [kitap ailesinin] hepsi eşit değildir. Kitap ailesinden, Gece saatlerinde, secde ediyorlarken, Allah'ın ayetlerini okuyan, Allah'a ve ahiret gününe inanan, maruf'u [bilinen iyiliği] emir eden, münkeri [kötülüğü] engelleyen, dik duran bir toplum vardır. işte onlar, Sâlih/düzeltici işler yapan kimselerden'dir. Allah, sakınanları bilirken, Hayırdan Ne yaptılar ise, o asla görmezden gelinmez.


Nur 39 ve diğer ayetler, kâfirlerden bahseder, her Yahudi ve Hristiyan, kafir değildir. 


35. Namazın nasıl kılınacağı anlatılmıyor. ???
Namaz, İbrahim peygamberin zamanından beri var olduğu için, toplum tarafından bilinmektedir. Bu yüzden kuran detaya girmez, örneğin “Rüku edin, secde edin,” der, ancak Rüku ve secde hareketinin nasıl yapılacağını anlatmaz. Bunu anlatmıyor oluşu, insanların biliyor oluşundan kaynaklıdır. Örneğin o dönem insanı “Rüku” denilince, bunun eğilmek olduğunu biliyor. Bu sebeple, bilen bir topluma bildiği şeyin detayı anlatılmaz.
Mesela bakara 43. yette yahudilere hitaben “Rüku edenlerle birlikte Rüku edin” der. Doğrudan tarif vermez, çevredeki uygulayan kişilerden öğrenerek Rüku etmelerini ister.

Bununla birlikte, kur'an'da bazı detaylar verilmiştir;

Namaz vakitleri:
(Sure No, soldaki, ayet No, sağdaki)


a- Günün ilk namazı: Öğle, 11/114, 17/78

b- İkindi namazı: Öğle,11/114, 17/78, 24/58,59

c- Akşam:2/238, 11/114, 17/78

d- Yatsı:11/114, 17/78, 24/58,59

e- Sabah: 11/114, 17/78, 24/58,59

f- Cuma namazı: 62/9, 17/78

g- Orta namaz(Akşam namazı): 2/238 (Orta namaz ikindi gösteriliyor. Bu doğru değil. Günün ilk namazı öğle (isra 17/78) olduğuna göre, orta namaz akşam olur. Beş parmağın ortada olanı gibi)

h- Cenaze namazı: 9/84

i- Teheccüt namazı (nafile):17/79, 24/58,59

2/238: en az üç vakit namazdan bahseder. “orta” dediği namaz, ikindi namazıdır.


Namaza çağrı: 5/58, 62/9

Abdest;Abdest, gusül, teyemmüm, abdesti bozan şeyler: 4/43, 5/6

Zaruri hallerde namaz abdesti için kolaylık: 4/43, 5/6

Maddi pislikler: 74/4

Giyinme:7/20, 26 31, 24/30, 31, 60, 33/59

Kıble:2/115, 141, 143-145, 149,

Niyet:2/284, 3/29

Tekbir (Namaza başlama tekbiri):17/110, 111, 22/37, 56/96, 74/3, 87/1, 15

Kıyam:2/238, 3/43, 191, 4/103, 9/112, 22/26, 25/64, 26/217-219, 39/9

Kıraat: 17/110, 29/45, 73/20

Ruku:2/43, 125, 3/43, 5/55, 9/112, 22/26,77, 38/24, 48/29, 77/48

Secde:2/125, 3/43, 113, 191, 4/102, 103, 7/120, 206, 9/112, 12/100, 13/15, 15/98, 17/7, 19/58, 20/70, 22/18, 26, 77, 25/60, 64, 26/217-219, 27/24, 25, 32/15, 38/24, 39/9, 41/37, 48/29, 53/62, 68/42-43, , 76/26, 84/21, 96/19

Tahıyyat:4/103

Rekat sayısı:4/102

Namaza başlama tekbiri: 74/3, 87/15

Kıyama kalkış, ruku ve secde tesbihleri:7/206, 9/112, 10/10, 15/98, 17/111, 20/130, 26/220, 30/17, 32/15, 50/40, 52/48

Namazın rükunlarında ara tekbirleri:37/3, 74/3, 87/15

Rukudan sonra kıyamda beklemede tesbih:15/98

Rukuda tesbih:56/96

Secdede tesbih, dua: 87/1, 50/40

Namazdan sonra tesbih ve dua: 2/45, 153, 9/112

Namazda dua:17/110, 10/10, 20/14, 73/14

Namazda ne söylediğini bilmek, huşu içinde ve sadece Allah’a yönelme:3/43, 4/43, 23/2, 29/45, 72/18

Namazda sesin durumu:17/110

36. Tarihi bir olay anlatırken Meryem'leri karıştırıyor. Kur’an’da “Ey Harun’un kız kardeşi” diye hitap etmişlerdir. Halbuki bu iki Meryem birbirinden tamamen bağımsızdır. İsa’nın annesi olan Meryem’in Harun isminde bir kardeşi olmadığı gibi, bu iki Meryem’den ilki, diğerinden yaklaşık 1700 yıl önce yaşamıştır. (Meryem: 28)


“kardeş” kelimesi her zaman için soyda veya Öz anne babadan olma kardeşlik manasında değildir. Mesela “müminler ancak kardeştirler” ayetini, aynı soydan gelen kardeş manasında anlayamayız, dinde ortak manasında anlarız. zuhruf 48. yette “kardeş mucize” denilir. Ahkaf 21. yette “ad'ın kardeşi” , Araf 73. yette “semud'a kardeşi” denilmiştir. Halbuki burada kasıt edilen kardeşlik, aynı anadan babadan olmakla alakalı değildir.

37. Lat, Menat ve Uzza isimli putları övüyor. (Necm: 19-20)

İlgili ayetler;
Necm 19-20 : Lat, uzza ve diğer üçüncüsü menat, gördünüz mü? 
Ayetlerde herhangi bir övgü görünmüyor

38. Savaşa teşvik eden ayetler var. 

Kuranda durduk yere savaşa teşvik eden hiçbir ayet yoktur. İlgili ayetlere bakalım;
Bakara 190 “sizinle çarpışan /savaşan o kimselerle, Allah yolunda savaşın haddi aşmayın.”
Bakara 193 “sizinle çarpışan /savaşan o kimseleri¹, fitne [şiddet, baskı] yok oluncaya ve Din Allah'a ait² oluncaya³ kadar savaşın. Artık, [sizinle çarpışmaya /savaşmaya] son verirlerse, eziyet edenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”

¹: ayetteki "onlar =hum" zamiri, 190. Ayetteki savaş açan kimselere atıf olduğu için böyle meal ettim.

²: dinin Allah'a ait olması, inanç özgürlüğünün olmasıdır. 
Allah'ın dini, bakara 256. yette yazıldığı üzere "bu dinde zorlama yoktur" denilen, yani inanç özgürlüğü olan din demektir. 

  cımbız yapılan ayetlere cevap için hazırladığım şu videoyu izleyebilirsiniz;
https://youtu.be/bKyfs70yIpY

Veyahut şu yazımı okuyabilirsiniz http://hubeyb.blogspot.com/2018/01/savas-ayetlerine-cevap.html?m=1

Özetle;
Hac 39"zulme uğradıkları için savaşa müsade edildi” savaş sadece savunma amaçlıdır. 

39. Bir savaşta kaç müslümanın kaç kafire denk geldiğini anlatan ayeti hemen bir sonraki ayet yalanlıyor. (Enfal: 65-66)

Enfal 65. Ayette normal şartlarda 1'e10 olduğunu söylüyor, 66. ayette ise zayıflık olması sebebiyle, Allah'ın yardım ettiğini bu şartlar altında 1'e2 olduğunu söylüyor. Kontrol edebilirsiniz;
Enfal 65 “sizden sabreden, 20 kişi , 200 kişiye galip gelir...” 
Enfal 66 “Şimdi, Allah sizde zayıflık olduğunu bildiği için, sizdeki [yükü] hafiflettiği için sizden sabreden 100 kişi, 200 kişiye galip gelir…”

40. Kadına savaşta "ganimet" diyor. (Nisa: 4)

Nisa 4. ayette savaşla ilgili bir şey bahsedilmiyor. Muhtemelen 24. Ayeti kasıt ediyor. 

Ganimet demiyor, Nisa 24. Ayeti mealler “(harp esiri olarak) sahip olduğunuz müstesna, tüm evli kadınlar size haram edildi” diye meal ediyor. 
Halbuki "harp esiri olarak" diye bir ifade âyette yok, parantez içinde ekleniyor. 

Nisa 22. Ayetten itibaren evliliğin yasak olduğu kişiler sayılır. 
Nisa 24. Ayet, 
"Muhsena kadınlarla evlilik de size haram edildi. Ancak yeminlerinizin sahip oldukları müstesna. (onlarla evlilik yapılabilir)" diyor. 

"yeminlerinizin sahip oldukları" dediği kişiler, Mümtehine 10. yette anlatılan muhacir kadınlardır. (İrşad Ebu-s su'd ilgili ayet tefsirinde anlatılır) 
Kocası gayri Müslim, kendisi müslüman olarak müslüman bir ülkeye hicret eden kadın "yeminlerinizin sahip oldukları" kategorisine giriyor bunlarla evlilik caiz.

Kadına savaşta “ganimet” denilen bir ayet yok 🙂 savaş esiri olan kadınlardan olsun, erkeklerden olsun Muhammed 4. Ayet gereği tüm esirler serbest kalıyor. 

41. "Cahiliye dönemindeki gibi açılıp saçılmayın" diye kadının özgürlüğünü kısıtlıyor. (Ahzab: 33)

Cahiliye dönemi ile kasıt ettiği zamanda, kadınlar mahrem yerlerini gösteren, şeffaf, yanları dikişsiz türden elbiseler, fistan, giyerler, zina ederlerdi. (kurtubi, kadı beydavi ahzab 33. Ayet) . Kur'an bu kadınlara gönderme yaparak, inanan kadınların iffetli olmalarını emir ediyor. Bunun özgürlüğü kısıtlama ile alakası yoktur, tevbe 71. yette “mümin KADINLAR ve ERKEKLER birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar” diyerek, kadının da, erkek gibi iyiliği emredip kötülükten alıkoyma görevi veriliyor, Neml 23. yette, hükümdarlık yapan bir kadın anlatılır, Allah, bu kadının hükümdar oluşuna herhangi bir eleştiri yapmaz. Allah'ın bir olayı anlatıp da o olayda sessiz kalması onu mubah kılar. Yani kadının hükümdar olmasına engel olan bir hüküm yok. Nur 69. yette kadın ve erkeğin aynı sofrada oturmasına dahi müsaade eder. Kasas 23-26 ayetlerinde çobanlık yapan iki kadın ve , Musanın onlarla konuşması anlatılır. 
Tüm bunlara bakınca, kur'an'ın kadını özgür bıraktığı görülüyor. 

42. Ayın yarıldığını iddia ediyor. (Kamer: 1)

Ay'ın ikiye ayrılması olayı kıyamet vakti olacaktır. Çünkü âyette “saat (kıyamet) yaklaştı, ay ikiye bölündü” diyerek olayın kıyamete yakın bir saatte olacağı söylenir. 
Ayette geçmiş zaman kipi (mazi fiil) ile anlatılması, olayın gelecekte olmayacağı mânâsına gelmez. Örneğin pek çok Ayette, olaylar gelecekte olacağı halde geçmiş zaman fiili ile “oldu, dedi, yaptı,” diye anlatılır. İlgili ayetlere bakarsanız olayı daha iyi anlarsınız (39:68; 75:8,9; 25:30; 7:44-48; 6:128; 20:125,126; 23:112-114) ayrıca, bu olayın gelecekte olacağını asırlar öncesinden de savunanlar olmuştur. (bkz: kurtubi ilgili ayet) 

Haricen, Ay'ın gerçekten yarılmış olduğunu savunan Müslümanların savunduğu şu görüşü de belirtmek isterim;

Yazı, Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntıdır, kaynaklar orada mevcuttur;

“... Gelelim sadede. Aşağıdaki bilimsel haberi, belirttiğim bilimsel haber sitesinde yayınlanmış, o da Dünyanın en iyi bilimsel dergisi olan Science dergisinden almıştır. 


Türkçe çevirisi ise şöyledir:

“AY YARIK, DARBE ALMIŞ

Bilim adamları, ayın ilk günlerinde oldukça darbe aldığına dair kanıtlar bulduğunu söylüyorlar.

Ayın bu yeni görünümü, bu yılın başlarında yörüngeye giren ikiz uzay aracıyla ayrıntılı gravite haritalandırmasından geliyor.

Yüzeyin altında, ayın içi hırpalanmış ve yarılmış. Bu, Dünya dahil diğer kayalık gezegenlerin, tarihlerinin başlarında meteorlardan benzer bombardımanlara maruz kalmış olabileceklerini gösteriyor.

NASA uzay aracı Ebb ve Flow tarafından yapılan ölçümler, ayın kabuğunun bilim adamlarının düşündüğünden çok daha ince olduğunu buldular – sadece yaklaşık 25 mil kalınlıkta.

Bulgular Çarşamba günü San Francisco’daki Amerikan Jeofizik Birliği toplantısının bir toplantısında sunuldu ve Science dergisinde çevrimiçi yayınlandı.”

Yazıda şöyle diyor:

«Dr. Zuber’in bulgularına göre Ay’ın iç yapısı tamamıyla kırık dökük. İç yapısında onlarca kilometre uzunluğunda yarıklar olduğuna dair kanıtlar var. Ayın tümünü ÇEMBER GİBİ DOLAŞAN bir kırık var ve ayın magmasını dahil kırarak geçmiş.» Aşağıda ise bu makaleden aldığım ayın kırık dökük yapısını gösteren gravitasyon haritası şu şekilde gösterilmiş.
Nasa’ya ait bu verilerin detaylı analizleri Nature dergisinin 2 Ekim 2014 sayısındaki ‘Ay Üzerinde Yarılma’ adlı makalesinde verilmiş. Bu makale o sayıya kapak olmuştu.

Bu makalede ayın yüzeyindeki büyük düzlüklerin bugüne kadar meteor kraterleri olduğu sanıldığını fakat gerçekte ayda yaşanan kırılmadan dolayı lavların çatlakları doldurmasıyla oluştuğunu açıklamışlardır. Ayın içinde ayı boydan boya kesen çembersel bir yarığın olduğunu ve bunu bir çarpışmaya atfetmenin güç olduğunu ifade etmişlerdir. Böyle bir yarığın beklenecek birşey olmadığını vurgulamışlardır.

Aşağıdaki şekil yine bu makaleden alıntılanmış olup Nasa’ya aittir. Bu krater dolgu noktalarının iç tarafıda çembersel olarak yarıktır. Ay buradan koptuktan sonra tekrar birleşmiş ve çatlaklar lavlarla doldurulmuştur. Bu resme göre ay tam ortadan iki eşit parçaya ayrılmamış, ayın bir kısmı kopmuştur.
 ayın üzerindeki çembersel kesik yerleri ve bu yerin altında kalan alanların dağılmış yapısı görülebiliyor. Makalenin yazarları bunun bir çarpışmadan kaynaklanamayacağını ve beklenmedik birşey olduğunu yazmışlardır.

.. . Görüldüğü gibi herşey ortada. Ay’ın bölünmüş olması ve Kuran’ın bunu bir peygamber mucizesi olarak adlandırmış olması da Kuran’ın henüz anlaşılan mucizelerinden biridir

Kaynak:
Kaynak: Kerr, R. A. (2012). Peering Inside the Moon to Read Its Earliest History. Sciencemag

http://science.sciencemag.org/content/338/6112/1272

43. Galaksiler yok. ???
Tost makinesi de yok, peki niye buna “problem” demiyoruz? Kitabın amacı var olan her şeyden bahsetmek değil ki bundan bahsetsin? Evrenin tekillikten gelmesi (Enbiya 30), genişliyor olması (zariyat 47) gezegenlerin gazdan oluştuğu (Fussilet 9-12) atmosferin oluşumu ve görevi (Naziat 27-28) dünyada atmosferin ve suyun oluşum sırası (Naziat 29-31) gibi bir çok bilgi verilmiştir. Bunların varlığı size “kanıt” olmuyorsa, olmayan şeyler de “problem” olamaz. 

44. Evrenin nasıl oluştuğu tamamen yanlış anlatılıyor. ???
Bunu iddia edenlerin din bilgisi, alıntı sağdan soldan derleme birkaç ateist sitesinin yazılarından ibarettir. Evrenin oluşumu ile kuran'da anlatılan oluşum arasında herhangi bir yanlışlık yoktur. Bu konuya girmeden evvel şunu belirteyim ;

Bilimin verileri değişkendir. Bundan asırlar önceki bilimsel veriler ile bugünkü bilimsel veriler arasında fark vardır. Bu sebeple mevcut bilimin verilerini baz alarak kur'an'ın bilime zıt olduğunu iddia etmek saçmadır. Kur'an'ın bu tarz konularda ayetleri yoruma açık olduğu için, birden fazla olaya yorumlanabilir. Bu sebeple Kur'an, bilime zıt düşmez ancak mevcut bilimsel verilere göre yapılan yorumların da mutlak olduğu söylenemez. Bunu belirterek yaratılış ayetlerini, mevcut verilere göre yorumluyorum ;

Kur'an'da evren, “gökler ve yer” diyerek anlatılır. Kur'an'da geçen tüm “gökler ve yer” ayetlerini kontrol ederek bunu görebilirsiniz. “göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır”, “göklerde ve yerde olanların hepsi ona itaat eder” gibi ayetler buna örnek olarak verilebilir. 

Başlangıç;

Hud 7 “gökleri ve yeri (evreni), Arşı(hükümranlığı) suyun üzerinde iken yaratan o'dur” 

Kur'an ve tevrat gibi metinler, uzay boşluğunu bir suya benzetir. Mesela Yasin 40. yette güneş ve ay için, her birinin uzayda yüzüyor olduğunu söyler. Özellikle “yüzer” kelimesi, bu tezi doğruluyor. 
bu Ayette arş (Allah'ın hükümranlığı) suyun (boşluğun) üzerinde olduğu bir esnada evrenin yaratılmış olduğunu söylüyor. 

Enbiya 30 “gökler ve yer (evren) bitişikken onları ayırdık” âyette 
Buradaki “gökler ve yer” ifadesi, başta da belirttiğim gibi “bütün evren” manasında kullanılır. Örneğin şu ayetlere bakalım;

24/35 "Allah 'göklerin ve yerin' nûrudur.."
2/116 "... göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur.."
7/54 "... Gökleri ve yeri altı evrede yaratan... "
(örnekler çoğaltılabilir)
Bu deyimin kullanıldığı ayetlere baktığımızda "gökler ve yer" deyiminin "bütün evren" manasında olduğunu görebiliriz.
 Bu durumda ayeti
➡ "bütün evren birbiri ile bitişik iken ayırdık" şeklinde anlayabiliriz. 
Big bangin ilk anında bütün madde, her şey birbiri ile bitişik iken patlama ile ayrılıyor. Tam tarif! 

Gezegenlerin oluşumu (Fussilet 9-12) 
Ayetlere değinmeden önce, kısaca şuna değinelim;
➡ Ayetteki “summe” kelimesine “sonra” manası verilir, ancak kur'an “ba'de” kelimesiyle “sonra” manasını verir. “Summe” kelimesi daha çok “aynı zamanda” mânâsına gelir. Örnekleri vereyim;
Enam 11 "yeryüzünde gezin summe yalanlayan kimselerin akıbeti nasıl olmuş? Bakın" 
Mesela bu ayette "önce dolaşın, ondan sonra görün" manasında Değil, "dolaşın bu esnada/aynı zamanda görün" manasındadır. Burada summe (ثم) "aynı zamanda" mânâsına gelmiştir.
Hud 3 "istiğfar edin, summe Efendinize tevbe edin" 
Halbuki istiğfar ve tevbe ayrı şeyler değil, istiğfar, hatadan dolayı af istemek; Tevbe ise hatadan dönüş demektir. Tevbe etmeden istiğfar edilmez. İkisi bir arada yapılır. 
Alimran 59 "Allah onu topraktan yarattı, summe 'ol' dedi, oluştu"
Halbuki ol demesi ile oluşum meydana geliyor. Yani topraktan yaratmasından önce "ol" demiştir. Bu emir, topraktan yaratma esnasında devam eder. 

➡ Ayetlerde geçen “sema” kelimesi gezegen yerine kullanılmaktadır. Sema kelimesi, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. Yağmura, buluta bile yerden yukarıda olması sebebiyle “sema (gök)” denilmiştir. (müfredat: سما) “Gök anlamına gelen "sema" kelimesi müzekker ve müennes olarak gelir ve şekillerinde çoğulları yapılır. el-Accac der ki:"Onu rüzgarlar ve gökler (yani: yağmurlar) sarar"
Üst tarafta bulunup da seni gölgelendiren her şeye "sema" denilir. O bakımdan (Arapçada) evin tavanına "sema" denilmiştir. Aynı şekilde "sema" yağmur anlamında da kullanılır; çünkü yağmur semadan (yukarıdan) gelir. Hassan b. Sabit der ki:
"Hashâs oğullarının bazı toprakları var ki kurudur
Oraları topraklar ve sema gizleyip örter."

Bir başka şair de şöyle demişir:
"Sema (yağmur) bir kavmin arzına yağdı mı İsterse onlar kızsınlar biz orada otlatırız."
Çamur ve ota da "sema" ismi verilir. Mesela: "Sizin yanınıza gelene kadar semayı çiğneyip durduk" denirken kastettikleri otları ve çamurları çiğneyip durdukları şekildedir. Yine yüksekte kaldığı için atın sırtına da "sema" ismi verilir. Şair der ki:
"Atlas gibi kırmızı semasına gelince Hep ıslaktır. Arzı ise kuru mu kuru.."
Üstte kalan şeye "sema", aşağıda kalan şeye de "arz" denildiği önceden de açıklanmıştır (kurtubi, bakara 19. Ayet) 

Şimdi bu bilgiler ışığında “sema” kelimesi ile ne kasıt edildiğine bakalım;

Fussilet 9. Ayette yerin iki günde(evrede¹) yaratıldığı, 10. Ayette dört günde(evrede) gıdaların takdir edildiği ve yerde sabitler oluştuğu anlatılır. 

11. Ayette ise, bu olaylar olurken summe/aynı zamanda DUMAN (gaz) HALİNDE OLAN semaya planını uyguladığı², yazar. Devamında yani, 12'de, yedi sema olarak tamamladığı³ yazmaktadır. 

¹: “gün =yevm(يوم)”kelimesi eski sözlüklerde "dönem, çağ, evre" anlamında kullanılır. Bunu kur'an ayetleri ile de anlayabiliriz ;
Kur'an'ın pek çok ayetinde "kıyamet GÜNÜ (يوم القيامة)" ifadesi geçer (örnek :2/85)

Bu ayetlerde "gün" kelimesinin "dönem, zaman, evre" manasında olduğunu anlıyoruz. Çünkü kıyametin 24 saatlik bir zaman diliminden oluşmadığını biliyoruz.

Ayrıca bir diğer delil de Kur'an'a göre zaman görecelidir.
Bunu şu ayetlerden anlayabiliriz ;
Mearic 4 "süresi 50.000 yıl olan 1 günde ona yükselir"
Hac 47 "Allah katında 1 gün sizin saydığınız 1000 yıl gibidir”

²: ayette (استوا) kelimesi kullanılır ve bu kelimenin manası budur. (müfredat: سوا) 

³: ayetteki (قضا) kelimesi, hüküm etmek/tamamlamak mânâsına gelir. (müfredat) 


Sema, bu ayetlerde gezegenler manasındadır. Bilimsel açıdan uyumlu olup olmadığını kontrol edelim;

Gezegenler, merkezde oluşan Güneş’in çevresinde artakalan gaz ve tozdan meydana geldi. Bu toz ve gaz bulutu, başlangıçta Güneş’in çevresinde dönen, bir disk biçimini aldı.İlkel Güneş Sistemi’nde, toz parçaları bir araya gelerek “kondrül” denen küçük göktaşlarını oluşturdular. Kondrüller birbirleriyle ve çevrelerindeki toz parçalarıyla birleşerek “kondrit” denen göktaşlarını oluşturdu. Günümüzdeki göktaşlarının büyük bölümü de kondritlerdir. Kondritler birleşerek son aşamada “gezegencik” denen ilkel gezegenlere dönüştüler. Gezegencikler oluştuğunda artık ortada fazla gaz ve toz kalmamıştı. (kaynak: gezegenler gen.tr: gezegenlerin oluşumu) 

Gezegenler gazdan (dumandan) oluşmaktadır. Tabi bu oluşum hemen bir anda olup bitmiş bir şey değildir. Dünya oluşum esnasında iken, diğer gezegenler de oluşum aşamasında idi. Fussilet 9-12 ayetlerinde anlatıldığı üzere, dünyada gıdalar oluşurken ve yaratılış devam ederken aynı esnada gezegenler dumandan oluşuyordu, yedi sema olarak oluşumu tamamlandı. 


Dünyanın oluşumu;


Naziat 27-28 “göğün çatısını yükseltti” 
“göğün çatısı mı olurmuş?” demeyin, atmosfer bir koruyucu olarak dünya için çatı görevi görüyor. Atmosfer olmasaydı, meteor taşları dünyaya çarpar, güneş ışınları dünyayı yok ederdi.(bkz: ozon tabakası, meteor taşları) Peki atmosferin yükselme olayı nedir? Atmosfer dünyada bir buhar olarak oluşur. Ateş kütlesi olan dünyanın soğuması ile ortaya çıkan buhar, göğe yükselip atmosferi oluşturuyor. (bkz: Dr melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu) Böylece “yükselme” olay olmuş oluyor. Bilime zıt herhangi bir yanı yoktur. 

Naziat 29-30 “gecesini kararttı, ışığını çıkardı bundan sonra da yeri yerinden giderdi” 

Ayette “yerinden giderdi” mânâsında olan bu fiil, düzenlemek manasındadır yağmurun yağması, nasıl taşları yerinden giderek yeri düzenli, temiz bir hale getiriyor ise, dünya da o şekilde düzenli bir hale gelmiştir.

Bilinen verilere göre dünya ilk başta herhangi bir şey oluşacak halde değildi. Zamanla ‘yerinden giderme’ olayı oluyor ve sonraki ayetlerde de anlatıldığı üzere su ve otlak çıkıyor.. Dikkat ederseniz, bitkilerin oluşumu atmosferden sonra anlatılıyor. Çünkü mevcut verilere göre bitkilerin oluşması için atmosfere ihtiyaç var. Atmosfer ilk oluştuğu anda oksijen yoktu, sonradan oluştu. Ayrıca dünyanın ilk başta bir ateş kütlesi gibi olması sebebiyle, ilk başta suyu yoktu. Mevcut olan bazı bilimsel verilere göre, dünyadaki su sonradan oluşuyor. Konuyla ilgili BBC dergisinden küçük bir bölüm bırakayım;
Her türlü yaşamın kaynağı olan su, 4,5 milyar yıl önce Dünya oluştuktan yüz milyonlarca yıl sonra yabancı bir madde olarak, donmuş parçalar halinde uzaydan geldi dünyaya. O sırada gezegenimiz yanardağların sürekli patladığı kupkuru bir yerdi… Dünya yüzeyindeki suyun hemen hemen tamamı onu oluşturan kaya ve buz parçalarından gelmişti. Fakat atmosfer henüz oluşmadığı için bu su molekülleri kaynayıp uzaya uçuyordu.

Fakat bu arada yaşanan jeolojik olaylar sonucu gezegenin içinden yüzeye doğru su çıkmaya devam ediyordu. Demir gibi ağır elementler gezegenin merkezine doğru akıyor, bugün bildiğimiz haliyle Dünya’nın dış kabuğu, manto ve çekirdeği şekil alıyordu. Manto soğudukça su ve diğer uçucu maddeler yüzeye doğru çıkıyor, ısınan su buharı ise yanardağ ağızlarından dışarı çıkıyordu… . Böylece 500 milyon yıl önce Dünya’nın atmosferi ve ısısı istikrarlı bir hal aldı ve dışarı sızan su buharı soğuyup yoğunlaştı. Bunun sonucunda yağmur yağmaya başladı. Hem de binlerce yıl boyunca. Artık Dünya’nın yüzeyinde bir miktar su birikmişti. (bkz: BBC dergi- okyanuslar nasıl oluştu?)

Üstteki verilerle, kur'an'ın ifadeleri tamamen bağdaşıyor. 


45. Dünyanın oluşumu bilime taban tabana zıt…

Bilimin verileri değişkendir. Bundan asırlar önceki bilimsel veriler ile bugünkü bilimsel veriler arasında fark vardır. Bu sebeple mevcut bilimin verilerini baz alarak kuranın bilime zıt olduğunu iddia etmek saçmadır. Kuranın bu tarz konularda ayetleri yoruma açık olduğu için, birden fazla olaya yorumlanabilir. Bu sebeple Kuran, bilime zıt düşmez ancak mevcut bilimsel verilere göre yapılan yorumların da mutlak olduğu söylenemez. Bunu belirterek yaratılış ayetlerini, mevcut verilere göre yorumluyorum ;
Naziat 27-28 “göğün çatısını yükseltti”
“göğün çatısı mı olurmuş?” demeyin, atmosfer bir koruyucu olarak dünya için çatı görevi görüyor. Atmosfer olmasaydı, meteor taşları dünyaya çarpar, güneş ışınları dünyayı yok ederdi.(bkz: ozon tabakası, meteor taşları) Peki atmosferin yükselme olayı nedir? Atmosfer dünyada bir buhar olarak oluşur. Ateş kütlesi olan dünyanın soğuması ile ortaya çıkan buhar, göğe yükselip atmosferi oluşturuyor. (bkz: Dr. melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu) Böylece “yükselme” olay olmuş oluyor. Bilime zıt herhangi bir yanı yoktur.

Naziat 29-30 “gecesini kararttı, ışığını çıkardı bundan sonra da yeri yerinden giderdi”

Ayette “yerinden giderdi” mânâsında olan bu fiil, düzenlemek manasındadır yağmurun yağması, nasıl taşları yerinden giderek yeri düzenli, temiz bir hale getiriyor ise, dünya da o şekilde düzenli bir hale gelmiştir.

Bilinen verilere göre dünya ilk başta herhangi bir şey oluşacak halde değildi. Zamanla ‘yerinden giderme’ olayı oluyor ve sonraki ayetlerde de anlatıldığı üzere su ve otlak çıkıyor. Dikkat ederseniz, bitkilerin oluşumu atmosferden sonra anlatılıyor. Çünkü mevcut verilere göre bitkilerin oluşması için atmosfere ihtiyaç var. Atmosfer ilk oluştuğu anda oksijen yoktu, sonradan oluştu. Ayrıca dünyanın ilk başta bir ateş kütlesi gibi olması sebebiyle, ilk başta suyu yoktu. Mevcut olan bazı bilimsel verilere göre, dünyadaki su uzaydan gelmiştir. Konuyla ilgili BBC dergisinden küçük bir bölüm bırakayım;
Her türlü yaşamın kaynağı olan su, 4,5 milyar yıl önce Dünya oluştuktan yüz milyonlarca yıl sonra yabancı bir madde olarak, donmuş parçalar halinde uzaydan geldi dünyaya. O sırada gezegenimiz yanardağların sürekli patladığı kupkuru bir yerdi… Dünya yüzeyindeki suyun hemen hemen tamamı onu oluşturan kaya ve buz parçalarından gelmişti. Fakat atmosfer henüz oluşmadığı için bu su molekülleri kaynayıp uzaya uçuyordu.

Fakat bu arada yaşanan jeolojik olaylar sonucu gezegenin içinden yüzeye doğru su çıkmaya devam ediyordu. Demir gibi ağır elementler gezegenin merkezine doğru akıyor, bugün bildiğimiz haliyle Dünya’nın dış kabuğu, manto ve çekirdeği şekil alıyordu. Manto soğudukça su ve diğer uçucu maddeler yüzeye doğru çıkıyor, ısınan su buharı ise yanardağ ağızlarından dışarı çıkıyordu… . Böylece 500 milyon yıl önce Dünya’nın atmosferi ve ısısı istikrarlı bir hal aldı ve dışarı sızan su buharı soğuyup yoğunlaştı. Bunun sonucunda yağmur yağmaya başladı. Hem de binlerce yıl boyunca. Artık Dünya’nın yüzeyinde bir miktar su birikmişti. (bkz: BBC dergi- okyanuslar nasıl oluştu?)

46. Güneş dünyanın etrafında döner diyor. (Enbiya/33)

Enbiya 33. yette denildiği gibi bir şey yazmıyor

Enbiya 33 “geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı yaratandır. Onların¹ her biri, birer yörüngede yüzer.”
Bu ayette en az üç cismin birer yörüngede hareket ettiğini söylüyor. [sebebiyse, ayetteki (كلٌ) kelimesi (كلهم) manasındadır. Yani (هم) hazf edilmiş, (كل) kelimesinin sonundaki tenvinli hareke bunu gösteriyor. (هم) zamiri, en az üç cisme atıf yapıyor] Güneşin dünya etrafında döndüğüne dair en ufak bir işaret yok.

Ayetin bilime uyumluluk noktasına da kısaca değinelim ama öncelikle şunu belirteyim ;

Bazı mealler ayetin son kısmını “bir yörüngede yüzer” diye meal edince, yanlış anlaşılıyor.
ayetin son kısmında ; "kullunfifelekin yesbehun/ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ [her biri AYRI BİRER yörüngede yüzerler]" yazmaktadır.

Bu kısımda nekre kullanılmıştır. Bu yüzden manası "her biri AYRI BİRER yörüngede yüzer” olur. 🙂

Eğer "elfelek" yazmış olsaydı, yani "el ال takısı olsaydı bu durumda nekre değil marife olur ve meali ;

 "hepsi BİR YÖRÜNGEDE yüzerler" olurdu…

Peki bu ayetin bilime zıt bir yanı var mıdır? Bakalım;

1- Gece ve gündüz ifadesi, bütün olarak dünyayı kasıt ediyor. Tıpkı “gökler ve yer” diyerek bütün evreni kasıt ettiği; “doğu ve batı tarafları” diyerek bütün yönleri kast ettiği gibi. Bununla ilgili birkaç örnek verelim;
“göklerde ve yerde ne varsa hepsi ona itaat eder” “gökleri ve yeri yaratan” “yerde ve gökte hiçbir şey ona gizli kalmaz” örneğin bu ayetlerde hep “bütün evren” manasında kullanılıyor. Mesela “gökler ve yer harici olanlar Allah'a ait değil, Allah'a gizli kalır, Allah'a itaat etmez” diyemeyiz.

Benzeri olarak “doğu ve batı taraflarına çevirmek, iyilik değildir” ayetini “kuzey ve güney taraflarına çevirmek iyiliktir” olarak anlayamayız. Çünkü doğu ve batı, her taraf manasında kullanılıyor.

Burada dünyanın hareketi anlatılıyor. Dünya bir yörüngede hareket eder, bilime zıt değildir.
2- güneş, uzayda akıp gidiyor, (TÜBİTAK, Wikipedia) Yasin 38. yette güneşin akıp gittiği yazar. Yasin 40. Ayete göre yine bir feleğin içindedir.

3- ay, bir yörüngede hareket ediyor. Yasin 40. Ayet, Ay'ın bir yörüngede hareket ettiğini söylüyor, ayrıca şems 1-3. Ayetlerde Ay'ın güneşi takip etmekte olduğunu söyler. Bilimsel olarak da öyledir, güneş akıp giderken ay ve diğer gök cisimleri güneşi takip eder.
Ayet, Herhangi bir şekilde bilime zıt değildir. .



Yazının devamı için;
https://hubeyb.blogspot.com/2019/04/ateistlerin-kurandaki-problemler-baslkl_10.html

#bir_sorgulayan_muslumanin_gozunden 
Hubeyb Öndeş