Ateistlerin "Kurandaki problemler" başlıklı 99 eleştirisine cevap

.Ateistler tarafından yazılan 

“Kurana neden mi İnanmıyoruz?”

Ve 

“Kurandaki problemler” 


Başlıklı 99 eleştiriye 99 cevap. 

Yazı: “#bir_sorgulayan_muslumanin_gozunden” tarafından hazırlanmıştır. Emeğe saygı amacıyla etiketi bırakmayı unutmayın


Ateistlerin sıklıkla kopyala yapıştır yaptığı, hatta ezici bir çoğunluğun daha okumadan tez olarak sunduğu bu yazıya özellikle tartışma platformlarında çok sık denk geliyoruz. Yazıda elimden geldiğince detaylı ve özetle anlatmaya çalıştım. Yazıda alıntı olan bilgilerin kaynakları verilmiştir… 




Rica: lütfen yazıyı paylaşın, blog sitesi üzerinden veyahut pdf olarak yazıyı özellikle sorgulayan kişilere iletirseniz sevinirim… 

Pdf link : https://docdro.id/aqpIGCe

Yazı birkaç bölüm halinde yazılacaktır.
1. Köleliği yasaklamıyor. (Bakara: 177-221), (Nisa: 24-25-36-92), (Maide: 89), (Tevbe: 60), (Nahl: 71-75), (Muminun: 5-6), (Nur: 33-58), (Ahzab: 26-50-52-55), (Mucadele: 3), (Mearic: 29-30), (İnsan: 8 ), (Beled: 12-13), (Rum: 28)


1.) ➡ Genellikle Ateistler, içinde "köle" geçen ayetleri cımbız yaparak "kuran köleliğe onay veriyor!" derler. Bir metnin, bir şeyden bahsediyor olması ona onay verdiğini göstermez. Çünkü kölelik zaten vardı, elinde kölesi olan insanlar vardı, kuran doğal olarak "köleleriniz.." diyerek onlara hüküm vermek zorunda. 🙂 Bu, kuranın onay verdiğini göstermez, zaten köleleştirmenin, firavunun yaptığı bir zulüm olduğunu şu Ayette söyler;
Şuara 22 "(Musa, firavuna dedi ki) O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine KÖLELEŞTİRMENDİR."
Zaten, hiçbir Ayet köleliği meşru görmemiş ve hiçbir Ayette "köle /cariye edinin" yazmamaktadır.

2.)➡ Köle edinmeye onay vermediği için MEVCUT köleler ile ilgili hükümler vardır. Bu emirler zaten özgürlüğe kavuşturma amaçlıdır.

Nur 33 "... sağ ellerinizin sahip olduklarından (köle ve cariyelerinizden ) mükatebe; özgürlük sözleşmesi yapmak isteyenlerden eğer kendileri için bir hayır görüyorsanız, hemen özgürlük sözleşmesi yapın..."

Kölenin özgürlük istemesi üzerine özgürlük anlaşması yapılmasını emir ediyor. Akla şu soru gelebilir "köle neden özgürlük anlaşması yapmayı istemesin ki; âyette 'isteyenler' diyor?"
O dönemin şartlarına göre bakalım; köle olarak yaşamış, hiçbir iş bilmeyen, geçimini sağlayacak gücü olmayan bir köle, özgür olup ortada kalacağına, bir müslümanın elinin altında köle olarak kalmaya devam etmek isteyebilir. Çünkü müslüman birinin elinin altında iken, yiyecek içecek, kalacak yer, sıkıntısı yaşamıyor. "köle" adı altında ailenin bir bireyi gibi yaşıyor. Bu durumda zaten gücü yoksa köle olarak kalmayı tercih edecektir. Kur'an'ın bir anda "bütün köleleri Azad edin" dememesi de, bu yüzdendir 🙂
Sadece bu emir bile, kur'an'ın kölelere nasıl bir özgürlük yolu açtığına, olaya her yönlü baktığına güzel bir örnektir. Biraz samimi olanlar için , sadece bu ayet bile kuranın, algılandığı bir şekilde köleliğe onay vermediğine kanıttır!

Bunun yanında çoğu suçun /hatanın cezası olarak köle Azad etmek emir edilir; (Nisa 92 Maide 89, Mücadele 2).
Kölelere maddi destek sağlanması (tevbe 60 bakara 177), köleleri evlendirmek ve evlilik emir edilir (Nisa 25, Nur 32).

Ayrıca şunu da belirtmek isterim ;
Kölelikten ne anlıyoruz? Boynuna zincir bağlayıp, Dövülüp eziyet edilen , işkence edilen , insanlara kul edilen , her türlü ihtiyaç için kullanılan , insan yerine konulmayan, hiçbir hakkı olmayıp insandan aşağı görülen bir kurumun kuranda serbest olduğunu anlıyoruz.
Bu şekilde bir kölelik İslamda yoktur, hiçbir zaman için var olmadı, bunun adı zaten "kulluk (abd عبد)"'tur. Kuran bunu yapanın firavun olduğunu söyler, Kuranda onlarca Ayette bütün elçilerin "sadece Allaha KUL (abd عبد) olun" dediği söylenir..
Kuranın "köle" dediği ailenin bir bireyi, kendisine iyilik edilen, zekat verilen, evlilik yapılan, evlendirilen, zulüm etmenin yasak olduğu, isyana zorlamanın yasak olduğu, maddi destek sağlanılan bir hizmetçilik...
Kısacası; kuran köleliğin içeriğini değiştirmiş, zulmünü ortadan kaldırmış, sadece adını bırakmıştır 🙂

"2. Kadını dövmeyi emrediyor. (Nisa: 34)"muş!


Nisa 34. Ayeti öncelikle doğru anlamamız gerekiyor. Öncelikle ayetin neyden bahsettiğini bulalım, ardından darabe (ضرب) fiilinin vurmak veya başka bir manaya gelip gelmediğini gramer bakımından izahını yapalım. Harfi cerr itirazına da cevap vereceğim.

En büyük yanılgı, bu ayetin Eşler arası geçimsizlik ile ilgili olduğu düşüncesidir.
Bakara 229. yette, eşlerin ayrılığı durumunda iki seçenek verilir, “ya güzellikle tutmak ya da güzellikle bırakmak gerekir” denilir. Sizce bunu diyen Allah, “geçimsizlik durumunda şiddet uygula” diyebilir mi? Şiddetin olduğu bir durumda, nasıl güzellikle tutmaktan bahsedilebilir?

Tegabun 14 "Ey inananlar! Eşlerinizden size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının. Eğer affeder, hoşgörür ve bağışlarsanız, o halde Allah da bağışlayan ve Rahimdir"

Yani "hanımın sana düşman bile olabilir, onu affet" diyor.

Nisa 19 "kadınlarla iyi geçinin, eğer onlardan hoşlanmazsanız, bilin ki; hoşunuza gitmeyen bir şey çok hayırlı olabilir"

Bunları diyen Allah "itaat etmezse döv" der mi sizce?

Bu ayetlerden ve ayetin kendi bütünlüğünden anlayacağımız üzere ayetin geçimsizlik veya itaatsizlik ile hiçbir ilgisi yoktur.

Ayeti kısım kısım inceleyelim;

"Allahın birbirlerinden farklı kılması ve mallarından infak etmelerine karşılık, erkekler kadınların üzerinde GÖZETİCİDİR"

"kavvem = قوام" kelimesi "GÖZETİCİ; koruyucu, kollayan" mânâsına gelir. Gelenekte ilk hata, buraya sanki "hukkem=حكام" yazıyormuş gibi "hakim" manasını vermekle başlıyor. Böylece ayet, "kocasına itaatsizlik eden kadındandan bahsediyor" gibi anlaşılıyor. Halbuki ayet, tamamen kadını korumayı, gözetmeyi, desteklemeyi hedefliyor, kadının başına gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı koruma görevini erkeğe veriyor. Ayetin tamamı bununla ilgilidir.

"o halde iyi kadınlar; Allah'a itaatkar olurlar..."

 "itaatkar kadınlar" olarak meal edilen "kanitat =قانتات" kelimesi, kuran'da "Allah'a itaatkar kadınlar" manasında kullanılır. Örneğin: Ahzab 35 "inanan erkekler ve inanan kadınlar, İTAATKAR ERKEKLER (kanitin=قانتين) İTAATKAR KADINLAR (kanitat=قانتات)"

Buradaki, "inanan erkekler ve inanan kadınlar", nasıl "Allaha inanan erkekler ve kadınlar" manasında ise, aynı şekilde "itaatkar erkekler ve itaatkar kadınlar" ifadesi de, "Allah'a itaatkar erkekler ve kadınlar" manasındadır. Bundan dolayı Nisa 34 'de geçen aynı ifade "kanıtat =قانتات" “Allah'a itaatkar olan kadınlar” anlamındadır. 🙂
Eşler, sadece Allah'a itaat ederler. Birbirlerine değil, birbirleriyle sadece istişare ederler. Şura 38 "onların işleri, aralarında istişare iledir"

Eğer, buradaki "itaatkar kadınlar" ifadesinin, erkeğe itaat olduğunu kabul etsek bile, buradaki itaat, kadının kendisini koruyan erkeğe, koruma hususunda itaat etmesidir; erkeğin keyfi emirlerine değildir. Çünkü atıf "gözetmekle yükümlü" erkeklere gidiyor. Örneğin, erkek, kendi eşini tehlikeye atmaması konusunda uyarıyor, onun başına gelecek tehlikeleri fark ettiği için kendisini uyarıyor. Kadının bu konuda erkeğe itaat etmesi istenir.

"... Allahın kendilerini korumalarına karşılık, gayb'ta/yalnızlıkta kendilerini (can ve namusunu) korurlar"

İyi kadınlar, kendilerini gözeten birileri olmasa dahi, başlarına gelebilecek her türlü tehlikeye karşı kendilerini (can ve namusunu) korumakla sorumludur.

"...nüşuzundan korktuğunuz kadınlara..."

Ayetin bu kısmına kadar, kadınların korunması, Allah'a itaatkar olması ve kendilerini korumaları gerektiği anlatılıyor ve bu özelliklerin "iyi kadınların özelliği" olduğundan bahsediliyor.
 İyi kadınlar: "korunan, Allah'a itaatkar ve yalnızken de kendilerini her türlü tehlikeye karşı koruyanlar" ise,

 nüşuz eden kadınlar da, tam zıttı: "korunmayan, Allah'a baş kaldıran, dik başlılık yaparak canını ve namusunu korumayan, tehlikeye atan, iffetsizlik yapan" kadınlardır.

Biraz düşünelim: Nisa 34. ayet gereğince, bir erkek kendi eşini korumakla görevlidir. Ancak eşi dik başlılık yaparak, bu erkeğin onu koruması konusunda baş kaldırıyor. Örneğin erkek "gece geç saatlerde ıssız sokaklarda tek başına yürüme. Başına bir şey gelebilir." diyor. Kadın ise dik başlılık yaparak bu sözü dinlemiyor, kendisini tehlikeye atıyor, yani ayete göre "nüşuz" ediyor. İşte! Bu durumda bir erkeğin neler yapması gerektiği anlatılıyor. Çünkü bunun önlemi alınmazsa, kadın çok daha büyük tehlikeler ile karşılaşabilir. Ayetin amacı kadını korumaktır. Bilinçli bir kadın, bu Ayette anlatılan "nüşuzu" kesinlikle yapmaz. Eğer yaparsa, neler yapılması gerektiği açıklanıyor..

".. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara gelince:"

Ayetteki "korktuğunuz" yani "tehafun =تخافون" kelimesi, geniş zaman fiil olduğundan "devam eden, giderek artan bir korku" manasındadır. Bundan dolayı âyette verilen üç emir de, aşama aşamadır... Bundan dolayı parantez içinde "önce, sonra" yazılabilir.

"Onlara öğüt verin, (eğer halen kendilerini tehlikeye atıyorlarsa) yatakları ayırın, (halen de kendilerini tehlikeye atıyorlarsa) darb edin"

Darb (ضرب) fiili, yalın halde “vurmak” (عن) harfi cerr'i ile “bırakmak” mânâsına gelir. Örneğin zuhruf 5. yette bu manada kullanılmıştır. Konumuz olan âyette hazf edilmiş bir harfi cerr olabilir. Ki, kuranda hazf edilmiş harfi cerr örneği çoktur. Bu Ayette hazf varsa ayetin manası “bırakın” olur.


O halde ayetin manası “nasihat edin, yataklarında terk edin ve onları BIRAKIN” olur.

Eğer bu kelimeyi “vurmak” olarak kabul edersek, ayetin asıl amacına göre anlamak gerekiyor.

Nüşuz eden/kendisini korumak yerine dik başlılık yaparak kendini tehlikeye atan kadın halen buna devam ediyorsa, verilen emir budur. Kendisini koruduğunuz/gözettiğiniz bir çocuğunuzu düşünün: ateşle oynuyorsa uyarır, devam ediyorsa biraz daha farklı tepki verir, hatta daha büyük bir zararı kendisine vermesin diyerek iki tokat bile atarsınız. Bu onun iyiliği içindir, sizin değil. Eğer bir şeyler kendisini caydırmazsa, çocuk halen ateşle oynamaya devam eder, kendisine kalıcı daha büyük zarar verebilir. yette anlatılan şey de budur. Normal (iyi) bir kadın, zaten nüşuz etmez/kendisini tehlikeye atmaz. Ancak dik başlılık yaparak kendisini tehlikeye atarsa onu bu yoldan alıkoymak gerekir. Eğer, devam ederse öldürülebilir veya tecavüze uğrayabilir. Buradaki amaç da kadının başına felaket gelmesini önlemektir.

Akla şu soru gelebilir: peki vurmaktaki ölçü?

Ayetin amacı, erkeğin kadını koruması olduğundan dolayı, bir koruyucu, gözetmekte olduğu birine yaptığı uyarı ve diğer yöntemler sonrasında hatasında devam eden birine, nasıl incitmeden, yanlışından alıkoymak maksadıyla vuruyorsa, buradaki de aynı şekildedir. Kuranın birçok âyette "haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez" dediğini hatırlayalım (Araf 55, bakara 190 gibi)

3- dünyayı düz tasvir ediyormuş (!) 
Kuranda hiçbir Ayette dünyanın şekli net bir biçimde yazmaz. Bazı ayetlerde “yeri (dünyayı) yaydı” ifadesi geçer. Ancak bu kelime, dünyanın şeklinden değil, yaşama elverişli bir halde olmasından bahsediyor.
Mesela, nuh 19. yette dünya için “besata = بسط” kullanılıyor. Bu kelimenin geçtiği ayetlere bakınca bile, bunun şekil ile alakası olmadığı görülebilir.
 şura 27. yette aynı kelime “rızkı genişletmek/artırmak” manasında, bakara 247, Araf 69, ayetlerinde “güç/kuvvet” manasında, rum 48. yette bulutların etrafa yayılması manasında kullanılıyor. Kısaca, “düz” veya “yuvarlak” manasında değildir, “yaşama elverişli hale gelmesi,” manasındadır.

Şu videoda detaylı anlatım mevcuttur https://m.youtube.com/watch?v=MgCi-I8bXT0

4. Ayetlerde konuşanın kim olduğu belli değil. 3 ayrı özne var; Ben (Muhammed), O (Allah), Biz. (Hud: 2), (Zariyat: 51), (En’am: 114), (Hicr: 9), (Tekvir: 19-20), (Ahzab: 56) ???

Bu iddiayı ortaya atanların, edebiyat bilgisinin sıfır olduğu bellidir.
Arapçada, bazen muhatap (sen) zamiri, konuşan (ben) zamiri yerine geçebilir. Bazen konuşan (ben) kendisini yüceltmek maksadıyla üçüncü şahıs (o) diye anlatabilir (kadı beydavi) kuranda bunun örneği çok görülür. En basitinden, bakara 83-84 ayetlerinde İsrailoğulları üçüncü şahıs (o) diye anlatılırken birden muhatap (sen/siz) olarak anlatılıyor. Bu bir hata değil, dilin yapısıdır.
Mesela Mufredatta geçen bir Arapça şiirden örnek verelim;
من يساجلني يساجل ماجدا
"kim benimle[¹] yarışırsa, şerefli biriyle[²] yarışma yapmış olacak" (kaynak: lisanul Arab (سجل) maddesi)

Burada gördüğünüz gibi, şair ilk kısımda[¹] "ben" diyerek birinci şahıs olarak kendisinden bahsederken, ikinci kısımda[²] "o" diyerek kendisinden üçüncü şahıs olarak bahsetmiş. Yani kendisini üçüncü şahıs olarak anlatıyor.

Ancak ne hikmetse, hiçbir Arap buna hata demiyor. Çünkü gerçekten hata değil, bir söz sanatı sadece. fakat bizim ateistler “hata” diyebiliyor.


Günlük hayatta Türkçede bile buna benzer durumları görebiliriz. Örneğin türkçe şiirlerde üçüncü şahıs (o) birinin muhatap (sen) olarak anlatıldığı görülür. Mesela şair, orada olmayan birini “Ey falanca!” diyerek anlatır.
Normal günlük konuşmada da benzeri durumlar olur.
resmi bir mekanda muhatabımız tekil olduğu halde "siz" diyerek çoğul, tekil olarak kendimizden bahsederken "biz" deriz. Bu konuşmamıza da “hata” diyecek birinin ya cahil ya da art niyetli olması gerekir.

Kur'an'da da, Allah kendini yüceltme maksadıyla bazen "ben" bazen de "biz" bazen de üçüncü şahıs bir anlatımla "o" diyerek kendisinden bahseder. 14 Asır önce yazılmış Arapça bir metni, bugünün Türkçe mantığıyla yorumlayıp hata olduğunu iddia etmek mantık hatasıdır.

Her konuda bize "bin dört yüz yıldır kimse anlamadı, tek siz mi anladınız?" diyen Ateistlere şunu soruyoruz; bin dört yüz yıldır, bu kadar Arap edebiyatçısı, alimi, müfessirleri bu kitabı okumuş, kelimelerin anlamları üzerinde dahi tartışmalar çıkarmış, hiçbiri de 'dil hatası' olduğunu fark edememiş de bir tek siz Arapça bilmeden mi fark ettiniz?



5. Spermin testiste oluştuğunu bilmiyor. (Tarık: 7)
Tarık 5-7 ayetlerinde “oluşur” yazmıyor “çıkıyor” yazıyor. “çıkıyor” fiili, [ayetteki (يخرج) fiili. Makaleyi okuyan herkesin Arapça bilmemesi sebebiyle, bu tür detaylara girmiyorum] bir yerden bir yere çıkmak, yola koyulmak manalarına da gelir. Mesela;
 bakara 149” nereden ÇIKARSAN çık, artık yüzünü kutsal mescit tarafına çevir. Kesinlikle o Efendinden (gelen) gerçektir. Allah bilinçli olarak yaptıklarınızdan gafil değildir.”
Burada “çıkmak” fiili, bir yerden bir yere ayrılmak, yola çıkmak manasında kullanılıyor. İlgili Ayette de, aynı fiil kullanılır.

 Bu ayetin bilimsel bir problemi yoktur. Emeğe saygı amacıyla, alıntı yaptığım “bilim ve yaratılış ağacı” sitesinin linkini bırakıyor ve alıntı olduğunu belirtiyorum.

<< ayeti anlamak için önündeki ve sonundaki ayetlere beraber bakalım.

5- İnsan neden yaratıldığına bir baksın:

6- Kuvvetle atılan bir sudan yaratıldı.

7- Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar.

8- O (Allah), onu tekrar döndürmeğe kādirdir. (Tarık: 5-8)

Not :Bel (sulb) ve kaburga (teraib) arası denilen bölge, karın hizasına denk geliyor. Bu bölüm Leğen kemiğinden kaburga kemiklerine kadar kapsar.

Öyleyse kadınlarda çocuk oluşum mekanizmasının başlangıcına bakalım. Kadın üreme organlarından yumurtalık (ovaryum) üzerinde ayda bir defa follikül (içi su dolu baloncuk) oluşmakta ve bu follikül patlayarak içindeki yumurta (ovum) hücresini Fallop tüpüne doğru hızla fırlatmaktadır. Yazımızın sonunda bu olayın resmi konulmuştur. Baloncuktaki bu patlama sonucu meydana gelen “tazyikle fırlatılma olayı” sayesinde yumurta hücresinin gideceği yere ulaşması sağlanmış olur. (1, 2)

Hatta yumurta hücresinin tutunma yerine yani rahime varmayıp farklı noktalara tutunmasına ise dış gebelik denir ki yumurta tazyikle Fallop kanalına fırlatıldığı için bu ihtimal azalır. (3)


Bu olay tam da ayette belirtildiği gibi bel ve kaburgalar arasında yani karın boşluğunda meydana gelmektedir. >>

(Yazı Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alınıp içeriği biraz değiştirildi)

Ayrıca, Arapçada “bir şeyin bir parçasını söyleyerek tümünü kasıt etmek” denilen bir olay vardır. (bakınız: belegat | zikru-l ba'd, iradetu-l kul) buna göre, bir şeyin bir parçasını söyleyerek tümünü kast etmek mümkündür. Ayetteki sulb (bel) ile erkeği, teraib (kaburga kemikleri) ile kadını kasıt edip, ikisinden çıkan bir çeşit su olduğuna işaret edebilir. (belegat)


6. Her canlıyı çift yarattık diyor, bakterilerden haberi yok. (Zariyat: 49)

Zariyat 49. yette “canlı” kelimesi geçmez. “her şeyden zevceyn (🌟) yarattık” der. Öncelikle küçük bir mantık yürütme yapalım;
Ayetteki “zevceyn” kelimesinin erkekli dişili eş olarak kullanıldığını farz edelim;
Ayette “canlı” kelimesi geçmediği için, doğal olarak bu var olan her şeyin çift olduğunu söylemektedir. Peki birisi çıkıp da “Ey Muhammed! Taşın, tahtanın erkeği dişisi yok” diyemez miydi? Çünkü o dönemde yaşayan bir insan, her varlığın erkekli dişili eşi olmadığını bilebilir. Ayrıca, İslama göre meleğin de erkeği dişisi yoktur. Peki bu durumda, kur'an'ın yazarı, neden Kendisinin bile bileceği bir durumda neden kendi inancıyla çelişen bir şeyi söyleyerek kendini ele versin ki? Sadece bunu düşünürseniz bile, ayetin kastettiği şeyin “erkekli dişili eş” olmadığını görebilirsiniz.

Gelelim mânâsına: Zevc, kelimesi, kur'an'da tekil ve çoğul kalıpları ile “çeşit, sınıf, benzer, zıttı” manalarına gelir. Bakteriler olsun, atomlar olsun, mikro (atom altı) dünyadan makroya her şey bir zıttı veya bir benzeri veya bir terkibi ile mevcuttur. Bu durumda ayetin bilime aykırı bir tarafı yoktur.


"7- güneşin çamura battığını iddia ediyor. (kehf 86)"muş! 


Kehf 85-85 “güneşin battığı yere varıncaya kadar bir sebep (vasıta) tuttu. [güneşin battığı yere varınca] onu [güneşi] kara bir gözde batarken buldu ve onun yanında bir toplum buldu…”
Bu Ayette olay, Zülkarneyn'in gözünden anlatılıyor, örneğin “falanca kişi, falanca kasabaya gelince orayı terk edilmiş buldu” deriz. Bu, kasabanın gerçekten terk edilmiş olduğunu değil, oraya gelen kişinin kasabayı öyle gördüğüne işaret eder. 

Ayriyeten Bu konuyu “Zülkarneyn, bir sebep tutarak göğe çıktı, güneşi kara deliğe batarken buldu” şeklinde anlatan da vardır. (bkz : İskender türe, Zülkarneyn kitabı) mantıksal açıdan bakacak olursak, o dönemde kabul edilen düz dünya modelinde bile güneşin bir yere batması söz konusu değildir. Güneş sadece gözden kayboluyor herhangi bir yere batmıyor. 

Alıntı olarak bu makaleyi de okumanızı tavsiye ederim ;
eski Mezopotamya’nın “Güneşin doğduğu ülke” ve “Güneşin battığı ülke” diye adalandırdığı iki ülke vardı. Bu ülkeler muhtemelen devrinin büyük yerleşim yerlerini anlatıyordu.

Güneşin doğduğu ülkeden kasıt Hindistan veya Çin gibi ülkeler olabilir, fakat güneşin battığı ülke ile hangi medeniyeti kast etmiş olabilir bakalım.

Eski Mısır’lıların taptığı bilinen en eski Tanrı’nın ismi Atum’dur. Milattan önce 2345 —2181 yıllarında Eski Mısır’da Ra-Atum veya Atum-Ra inancı yani “Akşam Güneşi”, “Batan Güneş” inancı ortaya çıkmıştır. [5] Bu dinin ana tapınağı Heliopolis (Güneş şehri)dir. Bu günkü Kahire’nin yakınlarındadır. Büyük Ra tapınağının güney doğusunda Atum-Ra yüksek rahiplerinin mezarları bulunmuştur (M.Ö 2345-2181). Heliopolis şehrinin Arapça adı “Ayn Şems”dir. Güneşin gözü veya Güneşin Pınarı anlamındadır. Nil Nehrinin 8 kilometre doğusundadır. Tevrat’ta birçok peygamber kıssasında ’ir hašemeš’ “Güneş Şehri” veya Beth Shamas adında bahsedilmektedir.[5] Yine aynı dönemlerde gelişen “Ra’nın Gözü” kavramlarını da bilmek gerekir. Eski Mısırda Ra Güneş tanrısıdır. Bu kavramda ortasında Güneş bulunan sağ göz vardır. Göz karşısında olana kızgınca, dik dik bakmaktadır. Bu göz sağ yanında Nekhbet ve sol yanında Wadjet tarafından eşlik etmektedir. Bu şekil tanrı Ra’nın gücünü, koruyuculuğunu, gazabını ifade etmektedir. Aşağıdaki resimde Ra’nın gözü. Sağında Nekhbet, solunda Wadjet tarafından eşlik edilmektedir. Kanatlı (sol göz) göz ise Horus’un gözüdür ve Ay’ı temsil etmektedir.
Yine Mısır’da “herşeyi gören göz” diye bilinen bir sembol vardı ki bu sembol daha sonra tapınakçılar tarafından kullanılmaya başlandı. Bu sembole Yahudi inanışında da “herşeyi gören göz” denir. Güneş bu gözde doğar ve batar. Yine Ra’nın veya Horus’un gözünü temsil eder.



Şimdi bu bilgiler ışığında Kehf 86 ayetine bakalım:

“Güneşin grup ettiği yere ulaştığı zaman, onu (güneşi) bulanık bir gözde batarken buldu.”

Ayette kullanılan Ayn kelimesi göz anlamında olup, suların çıktığı yere de “su gözü” ve “göze” dendiği için meal yazarları bu anlamını esas almışlar ve güneş bir “pınar” içinde veya “kara balçıklı su” içinde batıyordu anlamı vermişlerdir. Oysaki ayetin Arapçasında pınar tabiri yoktur, Ayn yani göz demektedir. Ayette geçen hamietin kelimesine kara balçık anlamı vermişlerdir. Fakat bu kelime birçok anlam içerdiği gibi göz kelimesine uygun olarak “kara” ve “yakın” anlamları da vermektedir. Bu açıdan pınar veya kara balçık tabirinin yorumlara dayanmakta olup ayetin tam anlamını vermediğini bilelim. Kelimenin anlamının “kara göz” olması daha uygun görünmektedir.

Araştırmalarıma göre güneşin göz’de batması ifadesi güneş tanrısı Ra’nın gözünü ve yine Horus’un gözünü ifade etmektedir. Buna göre bir Mezopotamya kralı olan Zülkarneyn batı yolculuğunu Mısır’a yapmış ve İmago Mundi haritasında belirtilen “Güneşin battığı ülke” tabiri ile Mısır’a ulaşmıştır. Orada putperest insanlar buldu ki bu insanlar Güneşin battığı göze tapıyorlardı. Burada gördüğü hiyerogliflerde güneş gözün içinde batıyor olarak tasvir edilmişti ve Kuran, Zülkarneyn’in bu seferinin nereye olduğunu belagatlı bir şekilde ipuçları ile bu şekilde anlatmıştı. Veya bu tapınakların bulunduğu şehrin ismi Heliopolis “Güneşin gözü” anlamına geldiği için ayet “güneş gözde batıyor” derken bu şehri kast ediyordu. Ve bu şehirde güneşin içinde doğup battığı bir göz sembolüne tapan bir halk bulmuştu. Öyleyse ayete “Güneş’i bir pınar içinde veya kara balçık içinde batarken buldu” anlamı vermek yanlış bir mealdir. Doğru meal şu şekilde olmalıdır: “Güneşin battığı yere (denilen ülkeye) varınca, kara bir göz içinde bir güneş batımı buldu” Kehf86
Bu konuyla ilgili yazı, Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntıdır. Kaynaklar sitede mevcuttur. 


8- yıldızlar şeytanın atış tanesi olduğunu söylüyor (mülk 5)

İlgili Ayet şöyledir “en yakın semayı, lambalar ile donattık, şeytanlar için rucum yaptık”
İlk olarak kelimeler hakkında birkaç bilgi vermekte fayda var;
➡ Sema (سماء) kelimesi her ne kadar tekil olsa da, çoğul yerine de kullanılabilir (müfredat: سما) kuranda sema kelimesi tekil olduğu halde, çoğul zamiri aldığı ayet mevcuttur. Bundan dolayı âyet “en yakın gökleri(semaları)” mânâsında olabilir.

➡ Ayette kullanılan “mesabih= مصابيح” kelimesi, “misbah= مصباح” aslen lambalar mânâsına gelir. Yani buradaki kasıt, yıldızlar ‘olmayabilir’

➡ Rucum/recm bildiğimiz “taşlamak” mânâsına gelir, bu kelime aynı zamanda “uzaklaştırma /kovma” mânâsına gelir. Kuranda örneği mevcuttur, sözlükte de bu manayı görebiliriz (müfredat)

Ayette dikkat edilecek olursa, en yakın göğün/göklerin lambalar ile süslenmiş olduğu ve şeytanlar için uzaklaştırma/taşlama görevi olduğu yazıyor. Bu lambalar , yıldızın kendisi değil, yıldızlardan kopan bir ateş parçasıdır. Aynı görüşü, asırlar önce yaşamış, fizikçi bir müslüman olan Fahreddin Razi, ilgili ayeti tefsir ederken söylemiştir. . Kuyruklu yıldızlardan kopan parçalar, atmosfere girer.

Sıradan bir insan, göğe bakınca kayan şeylerin yıldızlar olduğunu zanneder. Fakat kur'an, özelikle “yıldız(necm=نجم)” yerine “lambalar” demiştir. Sadece buradan bile, iddianın geçersiz olduğunu görebilirsiniz..

Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alınan bir yazıyı da buraya bırakıyorum;

Saffat 6: “Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.”

Ayetini ele alıp, kuranın yıldızları atmosferde sandığı iddiasını ileri sürüyorlar ve bu ayet etrafında dalga geçiyorlar.

Biz daha önceki yazılarımızda Kuran’ın üstümüzde bulunan ve görünenler için “gök” tabirini kullandığını açıklamıştık. Bu ayetlerde bazen atmosfer için bazen ise tüm uzay için gök kelimesini kullanıyordu. Çünkü insanlar eskiden uzay ve atmosfer diye ayrıma gitmiyordu ve anlayabilecekleri böyle terimler geliştirmemişti.

Aslında ateist arkadaşlarda bu durumun farkındaki bazı ayetlerde “gökler” tabiri ile tüm uzayı örnek göstererek dalga geçmeye çalışır bazı ayetlerde ise atmosferi örnek göstererek. Örneğin yukarıdaki ayette atmosferi örnek gösteren kişiler, “Hac 65: Gökleri yerin üzerine düşmesin diye tutarız” ayetinde ise buradaki kastın uzay olduğunu söyler. Bu şekilde bakarak her iki ayeti de çelişkili göstermeye çalışırlar. Oysaki birinci ayette uzay tabiri ikinci ayette atmosfer tabirini yani tam tersini kullansalar bu ayetlerin ne muhteşem bir bilimsel mucizeden haber verdiğini göreceklerdi. Fakat görmek işlerine gelmiyor. Neyse, ikinci ayetin nasıl bir mucize barındırdığını daha önce göstermiştik. Şimdi sıra gelelim ilk ayete.

Kuran “Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.” diyor. Çok doğru demiş ve bir mucize olarak bilimde şu an aynısını diyor.

Nasıl yani? Uzayın katları var da en yakın uzay katında yıldızlar mı var? Diğer katlarda yıldızlar yok mu yani? Evet, şu an bilim insanlarının tespitine göre aynen böyle. Uzay bigbang patlama noktasından itibaren oluşan yüksek sıcaklık ve hızın etkisine bağlı olarak atom ve atom altı parçacıkları birbirleriyle değişik düzeyde birleşmek zorunda kaldılar. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz madde ve atomlar yerine farklı farklı madde ve buna uygun gök cisimleri gelişti. Uzay farklı katmanlara sahip olarak genişledi. Farklı katmanların farklı fiziksel düzenleri, yasaları ve sabitleri var. En son kattaki, yani içinde bulunduğumuz kattaki fiziksel yasalar ise yıldızların ve galaksilerin oluşumuna izin verecek yapıdadır. Her katta zaman farklı akar, fakat diğer katların yasalarının tam olarak anlaşılması henüz mümkün değil… 



Planck teleskobunun verileri açıklandığı 2013 yılından beri bu konuda çok sayıda makale yazıldı. Marco Bersanelli, (Milan Üniversitesi, İtalya) bu konuyu şöyle açıklıyor: “Büyük patlamadan sonra Evren bugün içinde yaşadığımızdan çok farklıydı ve ilk yıldızların oluşması uzun zaman aldı.” Bulgular 13.5 milyar yıllık evrenimizin son 300-400 milyon yılında yıldızların ve galaksilerin oluştuğunu gösteriyor. Bundan önceki katmanlarda ise yıldızlar yoktu...


Kuran ne diyordu: “Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.” Yani yıldızlar diğer yerlerde değil sadece evrenin bu katmanında var…”
(Yazı, ilgili siteden alınıp içeriği kısaltılmış bir şekilde yazıldı. Kaynaklar, sitede mevcuttur) 

"9. kutuplar yok, en kuzey ve en güney de nasıl oruç tutulabilir? Bir malumat yok. (Bakara :187) 

İslamdaki emirlerin evrensel, ancak emir ediliş şeklinin lokal olduğunu belirtmek isterim. 
Lokal oluşunu şöyle anlatayım:
Örneğin savaş ortamında inmiş bir ayet olan Muhammed 4. Ayet, “..boyunlarını darp edin” der. O dönemde, ok ve başka türlü savaş vasıtaları ile de düşmanın infaz edildiğini biliriz. (bkz :uhud savaşı, hayberin fethi), bu Ayette boyunları vurmayı emir ediyorken, başka türlü bir şeyle düşmanı infaz eden biri bu ayete aykırı hareket etmiş olmaz. Çünkü hitap lokal olarak gelmiş, mesajı evrensel olarak gelmiştir. Mesajı “düşmanı infaz etmek” hitap şekli “düşmanın boynunu vurmak” bu sebeple, ayetlere “ne yazıyorsa o” mantığında değil “ne mesaj veriliyor?” mantığıyla bakmak gerekir. 

Şimdi oruçla ilgili şu Ayete bakalım;
Bakara 187 “şafağın bir kısmında, beyaz iplik siyah iplikten, size göre ayırt edilene kadar yiyin ve için. Sonra geceye doğru [akşam vakti] orucu tamamlayın”

Hitap ettiği kişiler için bu iki vakit sabah ve akşama denk geliyor. Örneğin o dönemde bu süre 15 saate denk geliyor ise, kutuplarda ve güneyde yaşayan bir insan da aynı şekilde 15 saat oruç tutmak zorundadır. Çünkü ayetin mesajı budur. 

Ayrıca: kutuplarda güneş sabit değil, halen hareket halinde olduğu için, orada yaşayan insanlar da sabah ve akşam vakitlerini belirliyor. 

Bu sebeple eksiklik İslamda değil, ayetlerin mesajını anlamayan İnsanlarda… 


10. milyonlarca yıl hüküm sürmüş dinozorlar yok ama deveden bahsediyor. (gaşiye: 17)


Kuranın amacı var olan her şeyden bahsetmek değil ki dinozorlardan bahsetsin? Kuranda o dönem insanının bildiği her şeyden (mesela: akrep) bahsetmiyor. Kuran sadece örnek olarak, etrafına baktığı zaman görebileceği şeylerden örnek veriyor. Yaz, kış, bitkiler, yıldızlar, dünya, kara, deniz gibi basit şeylerden örnekler veriliyor. Eğer kuranda “var olan her şeyden haber vereceğiz” şeklinde bir ayet olsaydı, bu iddia ciddiye alınabilir bir konu olurdu. 

11. İnsansı canlılar olan Neanderthal yok ama olmayan melekler, şeytanlar ve cinler var. (Bakara: 102), (En’am: 8-9), (A’raf: 20)

10. Maddede söylediğimiz gibi, kuranın amacı var olan her şeyden bahsetmek değil, sadece örnek vererek yaratıcının eseri hakkında düşünmeye sevk etmektir. Kuranda bahsedilen metafizik varlıkların (şeytan, melek gibi) varlığı konusuna gelince;
Biz Müslümanlar körü körüne inanışçı (dogmatik) değiliz. Kanıta bakarak inanırız. Evrenin sistematik yapısına bakıp bir yaratıcının varlığını görüyor, kuranın 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olarak bize mucize sunuyor oluşunu da delil alarak, kuranın evreni yaratan tarafından gönderildiğini anlıyoruz. Melek, şeytan ve cin gibi varlıklar da, kuranda yazdığı için inanıyoruz. Bu, kurana kanıta dayalı olarak iman etmemiz sebebiyle, körü körüne inanışçı olmak değildir, kanıta dayanarak iman etmektir. Bu yüzden “olmayan, ispat edilmemiş” gibi kavramlar bu konuda geçersizdir. Bizim için varlıkları kanıtlanmıştır. 

12. Beyin kelimesi yok. Beyin yerine düşünme organı olarak kalp anlatılıyor. (Muhammed: 24), (A’raf: 179), (Hacc 46), (Ali İmran: 119)

Kelimelerin manası, zamanla değişime uğradığı için, kur'an'ın “kalp” derken neyden bahsettiğini anlamak için eski metinlere bakmak gerekiyor. Biraz kelime manası üzerinde duralım ;

Kalb قلب kelimesinin manası, "döndürmek" demektir.
Şu ayetlerde kullanılmıştır ;
(Araf 125 Alimran 144, şuara 227)

Araf 125 "قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ"
"Onlar: Biz zaten Rabbimize DÖNECEĞİZ dediler"

(inne... munKALiBun انا... منقلبون [döneceğiz])

"peki döndürmek ile kalp(?) ne alaka?"
Kalp kelimesi için verilen manalardan birisi RUHTUR. İnsanın ruhu da çokça değişen/dönen olduğu için ruha "kalp" adı verilmiştir

En eski sözlüklerden birisi Ragıp isfehani bu kelime hakkında şunu söyler ;

🌟 "İnsanın 'kalbine' gelince, deniyor ki ; çokça değişken olduğundan dolayı bu adı almıştır. Kalbin eylemi veya özelliği olan RUH , ilim, şecaat vb manalarda 'kalb قلب' diye adlandırılır..

Ahzab 10 'kalbler gırtlaklara gelmiştir' ayetinde geçen kalb ise RUH anlamındadır......
Enam 25 tevbe 87 ayetlerinde ise 'kavram ve anlayış' olarak kullanılmıştır

Hac 46 'gözler kör olmaz lakin merkezdeki Kalbler kör olur'
Ayetinde gecen kalb kelimesi ise bir görüşe göre akıl, bir görüşe göreyse RUHTUR. Yalnız akıl diyenlerin görüşü isabetli değildir. Çünkü akıl için bu doğru değildir. Burdaki mecaz şuradaki mecaza benzer ;
Bakara 25 "altlarından nehirler akan cennetler" Zira nehirler akmaz, akan şey sulardır.

Ahzab 66 'تقليب' çevirmek manasında kullanılmıştır.
Şuara 219 'تقلب' dolanmak dolaşmak demektir 🌟

En eski kuran sözlüklerinden birisi isfehani, kuranın hiçbir ayetinde "kan pompalayan organ /kalp" manası vermemiştir. Bu da "kuranda kalb kelimesinin 'kan pompalayan organ /kalp' manası yoktur" tezimi de doğrulamaktadır.

Ayrıca Bunu sadece kuran ayetleri ile de ispat edebiliriz;

Kaf 37 "Kesinlikledir ki bunda, KALBİ olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır."
Sadece bu Ayette bile kalp (قلب) kelimesinin, kan pompalayan organ /kalp manasında olmadığı açıktır. Çünkü her insanda kan pompalayan ; kalp var. Burada sadece iman edenlerin sahip olduğu bir 'kalp' den bahsedilmiştir. Bu da kalp (قلب) kelimesinin kan pompalayan organ olarak kullanılmadığına kanıttır.

Ek bilgi olarak şunu da belirteyim;

Hac 46 "...gözler kör olmaz, lakin sudurda (🌟) olan kalpleri kör olur...


🌟Meallerde "göğüsler" anlamında meal edilen "Sudur صدور" kelimesi "sadr صدر" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime için bilgi vermekte fayda var;
Bu kelime sadece "göğüs" anlamında değildir. Lisanul Arab, bu kelime için şunu söyler;
  ".. وصَدْر كل شيء: أَوّله.."
[sadr, her şeyin evveli/ilkidir]
Kuranda kasıt edilen "sadr صدر", göğüs anlamında olmayabilir. Bu anlamda olsa bile, ruhun manevi olarak göğüste bulunduğunu gösterir. Ek bilgi olarak belirtmek istedim..

Ayrıca, alak 15-16 ayetlerinde “yalancı günahkar ALIN” ifadesine dikkat edelim. Alın yani baş bölgesi, ancak düşünce merkezi ise yalancı günahkar olabilir. Bu ifadeden dolaylı olarak beyne atıf olabilir.

Bir bilgi daha ;
kalbi "kan pompalayan organ" kabul edersek, “kalplerin kendi beyni” veya “kalp-beyni (heart-brain)” olarak da adlandırılan “nöral hücreler” olarak adlandırılan beyin hücrelerini içerdiklerini bildiren çok sayıda araştırma var.

 [Goldstein, D.S., Neuroscience and heart-brain medicine: the year in review. Cleveland Clinic journal of medicine, 2010. 77(0 3): p. S34.]

(konuyla ilgili daha fazla bilgi ve kaynak için, bilim ve yaratılış ağacı sitesinin, konuyla ilgili makalesini okuyabilirsiniz)

13- mirastan pay konusunda kadına karşı adaletsiz (Nisa 11-12)


Aksine Gayette adildir. kur'an evin geçimini, kadının ihtiyacı olan herşeyi erkeğin omuzuna yüklüyor, (bakara 233) üstüne evlenirken erkeğin kadına mehir vermesini emir ediyor. (Nisa 24-25) ve erkek eğer ayrılırsa bu mehirden bir çöp dahi alamıyor (Nisa 20)
Kadınını bu şekilde bir sorumluluğu olmadığı için mirastan kadının 1 erkeğin 2 almasını vasiyet eder.

Bu oldukça adil bir emirdir.
Ateistlerin iddia ettiğinin aksine ; eğer kadın ve erkek mirastan ikisi de eşit almış olsaydı, erkeğin mehir vermesi ve kadınları gözetleyci olmasından dolayı erkeklere adaletsizlik olurdu.


14- kadın ve erkeği şahitlik konusunda eşit tutmuyor. (bakara 282)

zina şahitliğinde ; kadın 4 defa yemin ederse cezadan kurtuluyor (Nur 8-9)
Bu konuda kadının şahitliği erkeğin şahitliği ile eşit tutulmuştur. 

Talaka kadın - erkek ayrımı yapılmadan iki şahit istenir, burada da erkek ve kadın eşit tutulur. (talak 2)

Zina şahitliğinde 4 şahit istenir ve cinsiyet ayrımı yapılmaz (Nisa 15)

Vasiyet meselesinde 2 şahit istenir ve yine kadın - erkek ayrımı yapılmaz (Maide 106)

Bakara 282. yette şu ifadeler geçer “... Bu daha sağlamdır… yazana da şahitlik edene de zarar verilmesin..” 
Ayet bu şekilde iki kadın bir erkek şahit isteme sebebini bu kısımlarda anlatıyor. borçlular arasında kavga çıkması sonucunda, kadına zarar verilebilir. Bu sebeple âyette iki kadın ve bir erkek şahitliği tavsiye edilmiştir. 

Diğer konularda şahitlik için bir ayrım yoktur. “kimse anlamadı tek sen mi anladın?” diyecekler için, bir de hadis ekleyelim. 
“Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim dedi. Bunu Nebi (s.a.v)’e anlattım, benden yüz çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzirdiği kanaatinde’’. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13) 

Bu hadiste şuna dikkat edin;
Kadın TEK BAŞINA gelip, hadiste bahsedildiği üzere o iki kişinin süt kardeşi olduğunu söylüyor. Halbuki kadın TEK BAŞINA şahitlik ediyor. Buna rağmen peygamber “iki kadın gerekir başka şahit getirsin” demeden, onun şahitliğini geçerli görüp, evliliği yasaklıyor. Sadece buradan bile , peygamberin tek başına bir kadının şahitliğini saydığı açıkça bellidir. 


15- sadece Arap kavmi için yazılmış. (Fussilet: 44), (Yusuf: 2), (Şuara: 198-199), (Enam: 92)

Hiçbir Ayette “sadece Arap kavmine yazdık, başka kimseye hitap etmiyor” yazmaz. Aksine, kalem 52. yette “kesinlikle o [kur'an] âlemler için bir zikirdir” der.

Delil alınan ayetlere bakalım;
Fussilet 44 “onu yabancı bir Kuran (okunan) yapsaydık, mutlaka ‘onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? ‘derlerdi.”

Buradan Arap kavmine mahsus olduğu sonucu çıkmıyor, inkar eden kişilerin ne olursa olsun yine inkar edeceklerini ve bahane üretecek oldukları vurgulanıyor. Ayrıca “açıklanmalı değil miydi?” sözüne dikkat edelim. Kur'an, bize kendi dilimizde açıklanıyor.

Yusuf 2 “okuyup anlayasınız diye Arapça bir kur'an olarak indirdik” buradan da kur'an'ın Araplara mahsus olduğu sonucu çıkmaz.

Varsayalım ki; böyle bir ayet yok, bir müslüman “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ şeklinde bir ayet yok, demek ki evrensel” dese ne kadar mantıklı olur? Elbetteki mantıksız olurdu. Aynı şekilde “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ yazıyor, o halde sadece Araplara hitap ediyor” demek de mantıksız olur. Çünkü kur'an'ın verdiği hükümler evrenseldir. İlk muhatabı Arap olduğu için doğal olarak “Arapça indirdik” demesi gerekir. Bugün yazılan pek çok bilimsel kaynak, İngilizce yazılıyor. Bu kaynakların İngilizce oluşu, onların İngilizce bilmeyen kişilere hitap etmediğini göstermez, çünkü verilen bilgiler evrenseldir.

Şuara 198-199 “Eğer onu yabancılardan birine indirmiş olsaydık, o da onlara okumuş olsaydı, inanacak değillerdi “

Şuara 195. âyette, Kur’an’ın tam olarak anlaşılabilmesi için “açık bir Arapça” ile indirilmiş olduğu ifade edilmişti. Ancak Hz. Peygamber Arap, getirdiği mesaj da Arapça olunca müşrikler bunu kendisinin uydurduğunu iddia ettiler (bk. Hûd 11/13). Oysa Allah mesajını Arap olmayan birine Arapça olarak indirse ve onun okumasını sağlasaydı –uydurdu diyemezlerdi ama– yine de iman etmezlerdi (Şevkânî, IV,114) veya Kur’an’ı bir yabancının diliyle vahyetmiş olsaydı inkârcılar bu sefer de mesajı anlayamadıklarını ileri sürerek yine inanmayacaklardı (krş. Fussılet 41/44).
Yani ayetin kastettiği olay bu, Arap kavmine mahsus oluşu ile alakası yok.

"16. Peygamberin seks sırası anlatılıyor. (ahzab 51)" muş! 

Hayır, Ahzab 51, Ahzab 50. Ayete atıf olarak “dilediğini [nikahına] alırsın, dilediğini [nikahına] almaktan vazgeçersin” manasındadır. İlişki sırası ile alakası yoktur.

“kimse anlamadı tek sen mi anladın?” diyecekler için belirteyim; Ibni Abbas da böyle anlamıştır, (kaynak: kurtubi ilgili ayet,)
Her şeyi denetleyen Allah, evlilikte kişiyi serbest bıraktığını söylüyor. Hitap her ne kadar peygambere yönelik olsa da, evlilikte serbestlik her Müslümana yöneliktir.

17. Birçok ayet birbirini yalanlıyor. İlk müslümanın Muhammed, Musa ve İbrahim olduğuna dair ayrı ayrı ayetler var. Hangisi belli değil.(A’raf: 143), (En’am: 163), (Ali İmran: 67)


Kuranda birbirini yalanlayan hiçbir ayet yoktur. Ateistlerin bugüne kadar “çelişki” diye iddia ettiği ayetlere en defalarca kez cevap verilmiştir. İlgili ayete gelince;

Ragıp isfehani el müfredat (10. Yüzyılda yazılmış bir sözlük) 
“ben Müslümanların ilkiyim” ayetlerinde geçen “ilk” diye meal edilen “Evl= اول” kelimesinin "uyulacak kişi, önder" manasında olduğunu söylüyor. (müfredat : اول maddesi) 
Zaten kur'an'da bu şekilde kullanımı da mevcuttur.

Örneğin Nisa 59 'da " وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ [sizden olan emir önderleri(اولى)]" 

Enam 163 ve Araf 143 "ben Müslümanların ilkiyim" ayetlerini isfehani "ben iman ve İslam konusunda uyulacak /önder kişiyim" olarak yorumluyor. 

 her peygamber, kendi toplumunda, inananların önderi olmuştur. Sonuçta, ayetlerde çelişki yoktur. 🙂 


18. “El, ayak kesme, sopayla dövme gibi akıl almaz ceza yöntemleri öneriyor.” (Maide: 33-38) 

Maide 33. Ayet terör suçunun cezası olarak; “asma, sürgün,” gibi cezalarla birlikte, yurtta bozgun çıkaranlara yönelik birkaç ceza önerir, Bu cezalar suçun seviyesine göre uygulanır. Nahl 126. yette bir ceza verirken ancak suçun misliyle ceza vermeyi emreder. Terör suçunu işleyen biri, masum halka nasıl bir saldırı yaptıysa, aynı şekilde ceza kendisine uygulanır. Yapılan saldırı “akıl almaz” olunca, verilen cezanın da “akıl almaz” oluşu gayet normal ve eleştiriye kapalıdır.

Bu ayetle ilgili çarpıtma yapılıyor. Bazıları bu ayetin inanmayan kişilere yönelik bir ceza olduğunu söyler. Kur'an bütünlüğüne bakarak, bu iddiaya cevap verelim;

Öncelikle kur'an'da sadece ; mazlumları koruma, (Nisa 75) kendini savunma, (bakara 190) fitne(azab) baskı ve bozgunculuğun ortadan kalkması (bakara 190 - 193) için savaşmak vardır. 🌟

Onun dışında, dini farklı kişilere bile savaş açmadığı sürece iyilik etme emri vardır. (Mümtehine 8 Fussilet 34)
Barışı emreder. (Enfal 61) 🌟

Yunus 99 "Allah dileseydi herkes hidayet bulurdu. Yoksa iman etmeleri için dine zorlayacak mısın?"

Bakara 256 "dinde zorlama yoktur"

inkar etmek, fesat ise neden bu Ayette "savaşın" demiyor da zorlamanın yanlış olduğunu söylüyor?

Mümtehine 8 "Allah sizinle dini uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz"

Savaşa teşebbüs etmediği ve sürgün etmeye çalışmadığı sürece iyilik etmeye müsaade olduğuna göre "inkar etmek, fesattır." demek bu ayetle çelişir. Çünkü, ayette kastedilen kişiler, zaten inkar edenlerdir.

Bakara 190 "size savaş açanlara karşı, siz de Allah yolunda savaşın haddi aşmayın."

Savaş açıldığı sürece savaşın olduğunu söylüyor. Eğer, “inkar etmek, fesattır.” iddiası doğru olsaydı, “'savaş açanlara karşı savaşın” demez, “'inkar eden herkesle savaşın” derdi.

Enfal 60-61 “onlar (size savaş açanlar) barışa yanaşır ise sende BARIŞA YANAŞ "

Bu ayette, savaşta olunan bir topluluğun barış teklif etmesi sonucu barışı emir ediyor.

"inkâr edenlere fesatçıdır" mantığına göre bu âyetin olmaması gerekiyordu. Çünkü bu mantığa göre ;inkar da olduğu sürece barış istese de savaş olacak. (!) 🙂

Nisa 140. "Allahın ayetleri ile ALAY EDİLEN bir ortamda onlar başka bir söze geçinceye kadar onlarla oturma"

Eleştiriyi veya inkar etmeyi geçin, doğrudan Allah'ın ayetleri ile alay olmasına rağmen "onlarla savaşın" demiyor.
Bu ayetten dolayı “eleştiri yapmak ve inkarcı olmak, fesattır” iddiası doğru olamaz.Fesat فساد, barışın tam zıttıdır. Yani terör, savaş, bozgun mânâsına gelir
Şu ayetleri kontrol ediniz; 2:11, 2:30, 2:205, 7:56, 26:152.

Bakara 11- “yeryüzünde bozgun çıkarmayın” denildiği zaman “biz ancak ıslah ediyoruz” derler.

Mesela burada ıslah etmenin, barışın tam zıttı olarak kullanıldığı ayette görülüyor.
Özellikle de “fil ard = yeryüzünde” ifadesi ile birlikte geldiği ayetlere bakarsanız, dediğim manayı tasdik ediyor.

Birde sonraki ayete bakalım.
➡ Maide 34. ": Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce HATASINDAN VAZGEÇENLER müstesna..."

Yani ayette anlatıldığı şekilde bir bozgunculuk, savaş çıkarmaya çalışıp, kendileri yakalanmadan önce hatasından vazgeçenlere ceza olmadığını söylüyor…

Sonuç olarak: ilgili ayetin iddia edildiği gibi, inkarcı olmakla bir alakası yoktur.

Maide 38. yette “hırsızlık yapmakta olan kadın ve hırsızlık yapmakta olan erkeğin eyd'ini kesin “emri geçer.

Eyd, arapçada “eller” mânâsına geldiği gibi, güç/kuvvet mânâsına da gelir. (müfredat: يد) mesela “[وقع يد عدلٍ] adaletin gücüne düştü” denilir ki burada da (يد) kullanılmıştır. (müfredat: يد)

buradan yola çıkarak ayete “güçlerini kesin/engelleyin” manası verilebilir. Kur'an'da “ellerini çekti” “Allah'ın eli onların üzerindedir” “bu elleriniz ile gönderdiğiniz şeylerin karşılığıdır” gibi ayetlerde “güç/kuvvet” anlamında kullanılır.

Ayrıca, Yusuf 32. yette, Yusuf'a hayran kalan kadınların ellerini kestikleri anlatılır. Bu ayette de Maide 38. yette geçen (قطع) fiili kullanılmıştır. Kadınların ellerini sadece çizdikleri bellidir. Buradan hareketle, hırsızlık yapanların sadece ellerinin yaralanması manasında olduğu söylenebilir.

 Ancak, fiziksel olarak kesmek manasında kabul edersek, kur'an bütünlüğüne bakalım;

Mesela biri açlıktan dolayı veya başka bir sebepten dolayı hırsızlık yaparsa ona el kesme cezası verilemez. Bakara 178. yette yasak olan yiyecekler sayılır, “kim mecbur kalırsa, aşırıya gitme olmadan ve sınırı çiğnemeden (saldırganlık yapmadan) ona (bunları yemekte) günah yoktur” denilir. Buradan kıyasla “zaruret, yasakları mubah yapar” hükmü çıkar. Bir insan açlık sebebiyle bir ekmek çalsa, bu ayete göre mubah bir fiil işlediği için hırsızlık cezası verilemez. Aynı mantığı, halife Ömer de savunmuştur. Kıtlık yılında, hırsızlığa mecbur kalacaklar olabileceği için hırsızlığa el kesme cezasını vermemiştir. (kaynak: Aöf, ilahiyat fakültesi ders kitabı “ilk dönem islam tarihi” hz. Ömer dönemi. Hz. Ömer, bu hükmü sadece içtihat yoluyla çıkarmıştır. İlgili ayetlerden bu hükmü kıyas yoluyla ben çıkardım.)
Bu sebeple hırsızlığa el kesme cezası vermek için;
-kur'an'ın emri gereği : her zengin ihtiyaçtan fazlasını vermeli
- kimsenin hırsızlık için mazereti olmamalı (örneğin açlık gibi, hırsızlığa zorlayan bir sebep olmamalı)

Bu ortamda zaten hırsızlık olmaz; yapan da, keyfiyeti için yapar. Cezasını biliyorsa teşebbüs etmez.

19. "Kelle kesmeyi emrediyor." (Muhammed: 4)muş! 
Muhammed 4. yette “savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar inkar edenlerle karşılaşınca rigab ‘ı [boyunlarını] vurun ” yazar.

Rigab kelimesinin “gözetleme merkezi” manasında olduğunu söyleyenler vardır.

<<Pek çok ateist, bu ayeti referans alıp Işid zihniyetinde olanların gerçek müslüman olduğunu ve onların ayetin hükmünü yerine getirdiklerini söyler. Ya da İslam’ın, inkar edenlerin boynunu vurmayı emreden vahşet dini olduğunu iddia eder. Oysa gerçek, bilinenin tam zıttıdır. Ayette anlatılanı delilleri ile deşifre ettiğimde, okuduklarınıza çok şaşıracak ve eğer vicdan sahibi iseniz bu ayetin manasını çarpıtmaktan vazgeçeceksiniz…

Gelelim ayette boyun olarak çevrilen ”rikab” kelimesine. Rikab kelimesi Arapça’da “gözetleme, gözetim altında olma demektir”. Allah’ın isimlerinden biri ” Er Rakib” dir. RKB kökünden gelir bu kelime ve gözetlemek, denetlemek, korumak, bekçilik yapmak manaları vardır. Allah’ın kullarından bir an bile gafil olmadığını, sürekli gözetleyen, koruyan ve kontrol altında tutan olduğunu anlatır. Bu kısa bilgiden sonra sizlere ‘”Rakabe” kelimesinin geçtiği diğer sure ve ayet numaralarını vermek istiyorum. (İlk numara sure, ikincisi ayet numarasıdır.)

Rakabe kelimesinin geçtiği ayetler: (28-18), (28-21), (44-59), (11 -93), (5-117,) (50-18), (4-1)

İnternette yapacağınız kısa bir araştırmanın ardından Rakabe kelimesinin, diğer bütün ayetlerde gözetleyen… manasında çevrilmiş olduğunu göreceksiniz. Her ne hikmetse sadece Muhammed Suresi 4. ayette aynı kelime boyun olarak çevrilmiş. Ve pek çok meal yazarı da birbirinden etkilenerek ayette geçen “rikabi” kelimesine “boyunlar” manası vermişlerdir. Oysa boyun kelimesi Araça’da “A’nâk” kelimesi ile ifade edilir. Bu kelimenin Kuran’da geçtiği sure ve ayet numaraları da şöyledir;

Boyun “A’nâk” kelimesinin geçtiği ayetler: (17-29), (17-13), (8-12), (34-33), (38-33), (13-5), (26-4), (36-8), (40-71)

Bu bilgilerin ardından ayette anlatılanın ne olduğuna bakalım;
Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınzda onların gözetleme/komuta merkezlerini vurun. Sonunda üstün geldiğinizde onları esir alın; onları ya karşılıksız veya fidye karşılığında salın. Savaş durumu kalkıncaya kadar bunu uygulayın… (Muhammed Suresi, 4)

Bir ayeti okuduğunuzda, başı, sonu, öncesi, sonrası ile beraber okumanız gerekir ki konu bağlamından kopmasın. Bu ayetin ilk cümlesinde inkar edenlerle karşı karşıya geldiğiniz savaş anında, o inkar edenlerin komuta/gözetleme merkezlerini vurun der. Sonra onlara üstün geldiğinizde onları esir alın der. Ve savaş bitiminde de aldığınız esirleri karşılıksız veya fidye karşılığında salın der.

Şimdi soruyorum; Savaş zamanı inkar edenlerin boyunlarını vurduğunuzda -ki bu da boyunlarını kesin manası içermez- boynunu keserek öldürdüğünüz adamı nasıl esir alacaksınız? Adam zaten ölmüş olmuyor mu? Ayette, boyunların kesilmesi ile uzaktan yakından alakalı bir anlatım yoktur. Bu ayetin manasını delillere rağmen çarpıtmaya devam edenler, İslam’ı değil, kendi samimiyetlerini ve vicdanlarını sorgulamalıdırlar. (Allah en doğrusunu bilir)

Sonuç: İslam’da savaş, “Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi.” (Hac Suresi, 39) ayeti gereği, sadece saldırı olursa, savunma amaçlı yapılır. “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara Suresi, 190) ayetinde de belirtildiği gibi, müslümanlarla savaşanlara karşı savaş haktır. Ama aşırı gidilmesi yasaktır. Ve savaş ortamı oluştuğunda taraflar ölmemek için birbirlerini öldürürler. Öldürmeden saldırganı etkisiz hale getirmenin adı da esir almaktır. Savaş sonrası esirler de karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılır.

IŞİD’in yaptığı katliamın kaynağı Kuran değil, uydurma sözde hadislerdir. IŞİD, müslümanım diyenlerin kafasını kesiyor. Oysa Allah ayette; “Kim bir mü’mini kasıtlı olarak öldürürse cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazaplanmış, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azab hazırlamıştır.’‘ (Nisa Suresi, 93) diyor.>>

(Yazı “kuranda çelişki olmaz” sitesinden alıntıdır)

Ayetteki bu kelimenin “boyun” olduğunu kabul edersek şu şekilde bir izah yapalım;
 Arapçada, bir şeyin bir parçasını söyleyerek tümünü kasıt etmek dediğimiz bir olay vardır. (bakınız : belegat) mesela “el” diyerek kişinin gücü kasıt edilir. “boyun” diyerek, köle kasıt edilir (müfredat :رغب) “boyun vurmak” infaz etmek manasındadır. Boyun ile savaşçının tamamı kasıt edilir, vurmak ile de infaz etmek kasıt edilir. Bu yüzden ayeti “düşmanı infaz edin” şeklinde anlamak gerekir. Zaten o dönemde ok kullanıldığını biliriz. Peki savaş esnasında ok kullanmak bu ayete aykırı hareket etmek mi oluyor? Yoksa ayetin demek istediği üstte açıkladığım gibi “infaz etmek” manasında mı?


20. Nerede bulursanız öldürün diyor. (Bakara: 191)

İsra 33 “haklı bir sebep olmadıkça Allahın muhterem kıldığı cana kıymayın”
Maide 32 “her kim fesat çıkarmadığı halde bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibidir”
Kuran, sadece savunma amaçlı savaşı emir eder. Durduk yere öldürmeyi emir etmez.
Kuranın hiçbir ayetinde durduk yere gidip adam öldürün demiyor. Cımbız yapılan bakara 191. Ayetin bağlamına bakalım;
Bakara 190 “size savaş açanlara karşı savaşın haddi aşmayın”
Bakara 191 “ONLARI bulduğunuz yerde öldürün, sizi yurtlarınızdan çıkardıkları gibi sizde onları çıkarın “
Bu ayetteki onlar zamiri, önceki ayetteki savaş açanlara dönüyor. Yani savunma amacıyla savaşı emir ediyor..

21. Sadece Muhammed'e özel kadınlar listesi var. Müminlere 4 kadın, Muhammed'e sınır yok. (Ahzab: 50)

Ahzab 50 “Ey Nebi! Kesinlikle biz, mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana hediye olarak verdiğinden; sahip olduğunu, seninle birlikte hicret eden amcanın, Halanın, Dayının, Teyzenin kızlarını sana helal ettik.¹

, bir de kendini Nebi'ye hibe eden bir kadın, eğer Nebi onunla evlenmek isterse, sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık, diğer müminlere değil…”

Ayetteki “bir de” kısmına kadar yazan bölümdeki kişiler tüm müminlere helâldir. Çünkü Nisa 22-24 ayetlerinde bu kişiler, müminlere yasak edilmiyor. Kaldı ki, peygamber buradaki kadınların hiçbiri ile evlilik yapmadı. (Zeynep hariç, ahzab 37. Ayetin konusu olarak bu ayetten bağımsızdır) ayrıca “peygambere sınır yok” iddiası geçersizdir. 52. yette “bunlardan başkası sana haramdır” demesi sınır getiriyor.


22. Kadının cariye olmasına onay veriyor. (Mearic: 30), (Nisa: 24-25), (Muminun: 6), (Nur: 33)

Kuranda “cariye edebilirsiniz” veya “cariye edin” yazan bir tek ayet yoktur. Aksine, Muhammed 4. yette esirleri serbest bırakılması emir edilir. Cariye, kuranda geçmez. 

Kuranda "sağ ellerinizin sahip oldukları" veya "sözleşmelerinin sahip oldukları" mânâsına gelen "mameleketeymenukum /ما ملكت أيمانكم" ifadesi geçer. Gelenekte bu ifade köle kadınlara (cariyelere) bağlanıyor. Ancak bunların kimler olduğu sadece yorumdan ibarettir. Kur'an bütünlüğüne bakarak bunların kim olduğunu çözebiliriz. Mesela peygamberden gelen bazı rivayetlere dayanıp bunların Mumtehine 10. yette bahsi geçen mülteci kadınlar olduğu da söylenmiştir. Bazıları bu kelimenin “hukuka uygun olarak sahip olduğunuz kimseler” manasında olduğunu da söylemiştir. (kurtubi Nisa 24) 

Bu kadınların kim olduğu mühim değil, kur'an'a göre bu kişilerin kim olduğunu bilmek yeterli;

1- bunlar sadece kadınlar değildir, erkeklere de bu ad verilebiliyor. Örneğin Nur 31. Ayette, kadınların sahip olduğu kişiler için bu ad veriliyor. 
2- bu kişilerle hem ailelerinin iznini alınıyor, hem mehir veriliyor, hemde evlilik yapılıyor. (Nisa 25. Ayette “ailelerinin izniyle onlarla evlenin, mehirlerini maruf bir biçimde verin”) 

Şimdi ilgili ayetlere bakalım. 


Nisa 24. Ayet
Nisa 22. Ayetten itibaren, EVLİLİĞİN yasak olduğu kadınlar sayılmış, Nisa 24 'de devam etmiştir. Bağlamı ile birlikte ayeti okuyalım;

Nisa 22-24 "... size şu kadınlarla EVLİLİK HARAM kılındı;.... Sağ ellerinizin/yeminlerinizin sahip oldukları müstesna, Muhsena kadınlar da size (EVLİLİK İÇİN) haram kılındı..."


Ayeti BAĞLAMINDAN kopararak "sağ ellerinizin/yeminlerinizin sahip oldukları" denilenler ile nikahsız ilişkiye müsade olduğunu iddia ediyorlar, bunun ayetin anlamını bozmaktan başka bir anlamı yoktur 🙂 

Muhsena, "korunmuş" manasındadır. "Evli" bazen de "iffetli" manasındadır. (müfredat: حصن) 
Evli kadınlarla evlilik yasaktır, ancak mülteci müslüman kadınlar, kocası kafir, kendisi müslüman olarak müslüman bir ülkeye hicret ettiği zaman, onlarla evlilik serbest bırakılıyor.

Biliyoruz ki, Evlilik (nikah =نكاح) iki tarafın da rızasıyla olur. Zorlama ile yapılamaz. (bkz: Nur 33 ve Buhari ikrâh 3) hicret eden kadının da rızası varsa, bunda eleştirecek bir taraf yoktur. 

Müminun 5-6 mearic 29-30. Ayetleri de nikahsız ilişkiye delil alınan hatta "dört eş +sınırsız cariye" diye çarpıtma yapılan ayetlerdir.
İlgili ayetlerde şu ifade geçer;

"onlar ki, edep yerlerini korurlar. Ancak eşleri ve sağ ellerinizin sahip oldukları müstesna..."

Önemli bir nokta: 1. Ayetten itibaren, kadına da, erkeğe de hitap etmektedir. Yani, bu Ayette helal olan kişiler sadece erkeklere mahsus değil, kadına da serbesttir. Bir kadın eşi veya ‘sağ elinin/yeminin sahip olduğu’ denilen kişi ile birlikte olması serbesttir. 

Geleneğin verdiği mealde yapılan hata "veyahut ifadesini "ve" olarak çevirmeleri VE diğer ayetleri dikkate almamalarıdır.

Arapçada "ve" bağlacı, "ve =و" olarak geçer.
 "veya /yahut" ise "ev =او" olarak geçer.
Müminun 6 ve mearic 30 ayetlerinde "veya" bağlacı vardır.
Okunuşu; " İlla ala ezvacihim EV (او) ma meleket eymanuhum,"

Nisa 25. Ayetteki "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimseler, Sağ ellerinizin sahip oldukları ile evlensinler..."

Bu ayet gereğince, birisi ancak "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü" yetmiyor ise, ‘yeminlerin sahip oldukları’ denilen kadınlarla evlilik yapabiliyor. Aksi takdirde yapamıyor. Evlilik olsun, birliktelik olsun, iki tarafın da onayı ile olduğu sürece, eleştiriye kapalıdır. Sonuçta ayet erkeğe mahsus değil ve ateistlerin iddiası ile hiçbir ilgisi yoktur. 

Nur 33. yette yapılan bir çeviri hatası vardır, bu sebeple doğru bir şekilde kelime anlamı ile açıklayarak yazacağız;
Ayetin ilgili kısmı “...kızları¹ taşkınlığa² zorlamayın. Sırf dünya hayatının menfaatini arıyorsunuz diye…”

¹:Ayetteki “feteyat” kelimesi, “cariyeler” diye meal ediliyor . Ancak, kelime manası cariye değildir. Bu kadınlar daha çok genç kızları ifade etmek için kullanılır. Bu kişiler, Öz kızlar (benat=بنات) değildir, önceki kısımlarda anlattığım gibi, mülteci kadınları kapsıyor. Bu kadınlar hicret edip, yanına sığındığı ailenin bir bireyi sayılıyor. 

²: ayetteki “biga” kelimesi köken olarak, “haddi aşmak” manasındadır (müfredat : بغي) bu sebeple Ayette “haddi aşmaya, yanlışa, isyana” mânâsına geliyor. “bu ayeti kimse anlamadı tek sen mi anladın?” diyecekler için, birkaç yeri örnek vermek istiyorum;

Buhari ve Ragıp isfehani, bu ayeti referans alıp, zorla evliliğin yasak olduğunu ve kadınları herhangi bir şeye zorlamanın yasak olduğunu söylüyor. Eh, Araplar bile böyle anlıyorsa, aksini iddia edemeyiz. (müfredat : كره maddesi, Nur 33. Ayet) 

Sonuç olarak ilgili ayetin ve ayetlerin, iddia edildiği gibi “kadının cariye olmasına onay vermek” ile alakası yoktur. Ateistlerin yine içi boş bir iddiasına bakınca, samimiyetten uzak olduklarını görüyoruz. 

"23- Ayetlerde anlatım bozukluğu var. enam 151. yette haram olan şeyleri anlatırken arada anaya babaya iyilik etmeyi emir ediyor. "


Enam 151. yette geçen “haram” kelimesi, bazen “yasak” bazen de “kutsal” manasındadır. Örneğin kabe'ye “mescidi haram /المسجد الحرام” denir. “yasak mescit” manasında Değil, kutsal mescit anlamındadır. Kısaca bu Ayette anlatım bozukluğu yoktur. Allah'ın kutsal saydığı eylemlerin içinde anaya babaya iyilik etmek vardır. 

24. Anlayasınız diye Arapça indirdik deniliyor. Arapça evrensel değil. (Yusuf: 2)


“Arapça indirdik” ifadesi, evrensel olmayıp sadece Araplara hitap ettiğini gösteremez. Farz edelim ki; böyle bir ayet yok, bir müslüman “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ şeklinde bir ayet yok, demek ki evrensel” dese ne kadar mantıklı olur? Elbetteki mantıksız olurdu. Aynı şekilde “kur'an'da ‘Arapça indirdik’ yazıyor, o halde sadece Araplara hitap ediyor” demek de mantıksız olur. Çünkü kur'an'ın verdiği hükümler evrenseldir. İlk muhatabı Arap olduğu için doğal olarak “Arapça indirdik” demesi gerekir. Bugün yazılan pek çok bilimsel kaynak, İngilizce yazılıyor. Bu kaynakların İngilizce oluşu, onların İngilizce bilmeyen kişilere hitap etmediğini göstermez, çünkü verilen bilgiler evrenseldir.

25. "Mekke ve civarı için indirdik" diyen ayet de var evrensel diyen de... Kuran evrensel değil KAVİMSELDİR. (En’am: 92) 

Enam 92. Ayette “... Kuranı mekke ve çevresini SENİN tebliğ etmen için indirdik” denilir. Bu ifadeden kur'an'ın evrensel olmadığı sonucu çıkmaz, peygamberin elçilik görevinin mekke ve çevresi olduğu sonucu çıkar. biliyoruz ki, peygamber mekke ve çevresini uyardı, âyette bunu anlatıyor. 
Yûsuf 104: Kur´an, alemlere seslenen bir hatırlatmadır sadece.

Kalem-52 :Oysa Kur’an, âlemler için öğütten başka bir şey değildir

26. Peygamberin öz amcası Ebu Leheb'e beddua ve hakaretler var ve bu namaz suresi... (Tebbet: 1-5)

Tebbet suresinde herhangi bir beddua veya hakaret yoktur. 1. Ayeti genelde “Ebu lehebin iki eli kurusun” şeklinde meal ettikleri için böyle bir yanlış anlaşılma ortaya çıkıyor. Dili bilmeyenlerin anlaması biraz zor olsa da, kısaca açıklıyorum;

Arapçada dua/beddua, geçmiş zaman fiili ile (mazi fiil) ifade edilir. Örneğin dilimizde “Allah şifa versin” diye dua ederiz ancak arapçada “Allah şifa verdi” şeklinde dua edilir. Bu bilgiden dolayı mealler burayı beddua olarak çeviriyor. Ancak Allah beddua etmez, dua/beddua Allah'a isnat edilirse, bu Allah'ın meydana getirmesi olur. Benzeri bir görüşü, isfehani de söyler (müfredat : قتل maddesi) 

Gelelim ayetin dil bakımından izahını yapmaya;

Tebbet suresinin 1. Ayetini şu şekilde meal edeyim ; “Ebu lehebin iki eli [mülkü/gücü kuvveti] helak oldu[Tebbet) , [kendisi de] helak oldu (teb)“

 “iki eli” ifadesi metafor olarak mal mülktür. 
İlk “Tebbet” fiili, çekimi gereğince (dili bilmeyenler de okuduğu için detaya girmiyorum) iki ele (mülküne) atıf olmuştur. Sonraki “teb” fiili çekimi gereğince Ebu lehebin kendisine atıf olmuştur. 
Bu Ayet herhangi bir şekilde beddua veya hakaret içermiyor, ahirette olacak şeyleri önceden söylüyor, sonraki ayetlerde “cehennemde odun hammalı olacak” ifadeleri de, bu tezimi destekler. 


27. Peygamberin evinden misafir kovma ayeti var. (Ahzab: 53) 

Bazıları sadece yazılana, zeki insanlar ise, verilen mesaja bakarlar. İlgili Ayette peygamber ve müminler üzerinden misafirlik adabı anlatılır. yette “vakit gözetmeksizin evlere gelmeyin, peygamber (ev sahibi) bunu söylemekten çekinir, eşlerinden bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasından isteyin,” tarzı ifadeleri, misafir ve ev sahibinin davranışlarının nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Sadece bu Ayette değil, diğer ayetlerde de farklı olaylar (İbrahim ve Lut'un evine gelen misafirler gibi) üzerinden edep dersi verilir. 

28. Peygamber evlatlığı Zeyd'in karısını koynuna alabilsin diye ayet var. (Ahzab: 37) 

İslamda, “evlatlık” diye bir şey yoktur. (Ahzab 4) 
Peygamberin bir evlatlığı olmadığına göre, herhangi bir dul kadınla yaptığı evliliğe de “evlâtlığın boşandığı eşle evlenmek” denemez. 

İnsanlarda bazı ahlak anlayışları, tamamen kültüre dayanır. Bulundukları toplumda bir eylem “ahlaksızlık” kabul ediliyorsa, doğal olarak o insanlar da bunu ahlaksızlık kabul ederler. Mesela X toplumuna göre akraba evliliği ahlaklı olabilirken, Y toplumuna göre ahlaksız bir eylem olabilir. Halbuki bu konuda kriter olan tek şey kültürdür. Kısacası, bunun gibi ahlak kurallarını insanlar kendileri yaratıyor. Yani hiçbir kimse “kuzen, Öz kardeş gibidir” dememiş olsaydı, bugün belki kimse akraba evliliğinin “ahlaksızlık” olduğunu iddia etmezdi. Aynı şekilde, Eğer, hiçbir kimse “evlâtlığın Öz oğlun gibidir” demeseydi, ne bugün ne de o zaman, hiçbir kimse peygamberin bu evliliğinin “ahlaksızlık” olduğunu iddia edemezdi. Çünkü bu “ahlaklı-ahlaksız” kavramlarını insanlar bu tarz konularda kendileri yaratıyor. Tabi doğuştan gelen ahlak kuralları ile bu tarz manevi ahlak kuralları farklıdır. Bir doğuştan gelen ahlak vardır, bir de insanlar kendilerinin yarattığı ahlak kuralları vardır. Evlatlık kurumu da buna bir örnektir. Bu dediğim noktaya ahzab 4. ayet çok güzel bir şekilde değiniyor… 

Ayetin iniş sebebi hakkında birden fazla rivayet ve dedikodular var olduğu için, güvenilmez olduğunu belirterek, iniş sebebi hakkında birkaç bilgi vereyim
Peygamberimizin zeyd adında bir kölesi vardı , zeyd, peygamberimizin kuzeni olan Zeynebi çok beğenir onunla evlenmek ister. Peygamberimiz Zeynebi küçüklüğünden beri her yönü ile tanır. Zeyd'in isteği üzerine Zeynep ile zeyd'i evlendirir. Ancak bu evlilikte ciddi geçimsizlikler yaşanır. Zeyd peygambere gelip, Zeynebi boşamak istediğini söyler, peygamberimiz ise ".. Onu nikahında tut (boşama) Allah'tan kork!" (ahzab 37)diye ısrar eder, ancak zeyd daha fazla dayanamaz ve Zeynebi boşar. Ardından Allahın emri gereğince peygamberimiz, Zeynep ile evlenir. 

Bu evlilik yüzünden zaten eleştiriye maruz kalmıştır, ateistlerin gözüyle 'yalancı peygamber' olarak bakarsak, eleştiriye maruz kalacağını bile bile bu evliliği yapması, mantıksızdır. Çünkü insanları kendisine inandırmak için uğraşıyor, her şeyi yapıyor. Ne diye eleştiriye maruz kalacağını bile bile bu evliliği yapsın? bir peygamber sırf bu yüzden kendisinin yalancı olduğunun iddia edileceğini bile bile böyle bir eylemde bulunması imkansız! 

Ek bilgi :
Bu evlilikte, Zeyneb'in daha önceden peygamber ile evlilik yapmak istediği bellidir. Sebebi ise, 
Zeyd, Zeynep'i boşayıp, peygamberin onunla evlenecek olduğunu söylediğinde Zeynep'in sevinmiş olduğu söylenir (nesefi medarik, 33:37) buradan yola çıkarsak , Zeynep'in peygamber ile evliliği arzu ettiği bellidir

 Ayette “sen, Allah'ın açığa çıkaracağı o şeyi (?) içinde gizliyor ve insanlardan korkuyorsun” ifadesinden kasıt şudur;

“Allah Elçisi, onu (Zeynep'i) Zeyd'le evlendirmezden önce Zeyneb'in kendi eşleri arasında olacağını çok iyi biliyordu. Zeyd eşinden şikâyet etmek üzere Hz. Peygambere gelince, Rasûlullah ona Allah'tan kork ve eşine sahip ol, dedi. îşte bunun üzerine Allah Teâlâ Rasûlüne buyurdu ki: Ben, seni onunla evlendireceğimi sana haber vermiştim. Sen ise «Al­lah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun.» (ıbni kesir: 33:37) peygamber, böyle bir evlilik olacağını ve olduğu takdirde insanların “evlâtlığın boşandığı eşine göz dikti” diye fitne çıkaracaklarını tahmin ediyor, bu sebeple insanlardan korkuyordu. İçinde saklamış olduğu şey de budur. Bazılarının iddia ettiği gibi “Zeyneb'e olan aşkı” değildir. Zaten peygamberin bu evlilikten hiçbir çocuğunun olmaması da, evliliğin amacını belli ediyor. Eğer amacı gerçekten, bazı kaynakların anlattığı gibi aşk olsaydı,çocukların varlığıyla övünülecek bir ortamda, çocukları olurdu. Diğer evlilikleri nasıl keyfi olmayıp, siyasi ve vahye dayalı bir sebepten olduysa, bu evlilikte böyle olmuştur. 

29. Evlenme yaşı için sınır yok.??? 

Var (Nisa 6)Yaş sınırı da vardır, zorla evlilik de yasaktır. Zorla evlilik de dolaylı olarak yaş sınırını getirmiş oluyor ve çocuk evliliğini engelliyor.
Kur'an yaş vermeden başka bir yöntemle yaş sınırı koymuştur.
Nur suresinin 33. yette "dünya hayatının menfaatini elde etmek için, korunmuş olmak isteyen genç kızlarınızı taşkınlığa zorlamayın" demektedir. Bu ayet genel olarak kızların herhangi bir şeye zorlamanın haram olduğunu gösterir. Bir kız, evlenmek istemiyorsa, onu evliliğe zorlamak bu ayete karşı gelmek olacaktır. Ayrıca, Buhari bu ayeti delil alarak zorla yapılan evliliğin geçersiz olduğunu söylemiştir.
Bazıları, "1400 yıLdıR kiMsE aNlaMaDı tek sen mi anladın" diyebilir. Bunu diyenler için hadislerden örnek verelim.
Buhari ikrâh 3'de geçen bir hadiste, rızası alınmaksızın evlilik yapan bir kadının peygambere şikayeti üzerine peygamberin bu nikahı geçersiz saydığı görülüyor. Ayrıca, hz Aişenin, "kadınlarla nikah konusunda istişare edilir mi?" sorusuna peygamberimizin "evet" dediği rivayet edilir. Sonuç olarak gerek ayet olsun gerekse hadis, hiçbir şekilde zorla yapılan nikaha müsaade edilmediği açıkça görülüyor.

Çocuk yaşta evlilik konusu da bununla bağlantılıdır. küçük kız çocuklarını zorla evlendirmesi bu hükümlere aykırıdır. Kuran Nisa suresinin 6. Ayetinde, yetim çocukların evlilik çağına kadar denenmesini emir eder, yani bir evlilik çağı olduğu belirtilmiştir buna rağmen nasıl "kuranda evlilik için yaş sınırı yoktur" denebilir? Ayrıca âyette Bir olgunluk görünürse de malların verilmesini emir eder. Nisa 24. Ayete göre erkeğin, evlilik esnasında kadına mehir vermesi şarttır. Nisa 6. Ayete göre bir kızın, malını alması için evlilik yaşına ulaşması yani rüşde ulaşması gerekir. Eğer bu çağa ulaşmadı ise mehir alamaz. O halde rüşde ulaşmayan kızla evlenmek kurana göre mümkün değildir..

30. Sınırsız cariye helal. (Muminun: 6), (Nur: 32-33), (Ahzab: 50-52-55), (Mearic: 30) 

Müminun 5-6 mearic 29-30. Ayetleri de nikahsız ilişkiye delil alınan hatta "dört eş +sınırsız cariye" diye çarpıtma yapılan ayetlerdir.
İlgili ayetlerde şu ifade geçer;

"onlar ki, edep yerlerini korurlar. Ancak eşleri ve sağ ellerinizin sahip oldukları müstesna..."

Önemli bir nokta: 1. Ayetten itibaren, kadına da, erkeğe de hitap etmektedir. Yani, bu Ayette helal olan kişiler sadece erkeklere mahsus değil, kadına da serbesttir. Bir kadın eşi veya ‘sağ elinin/yeminin sahip olduğu’ denilen kişi ile birlikte olması serbesttir. 

Geleneğin verdiği mealde yapılan hata "veyahut ifadesini "ve" olarak çevirmeleri VE diğer ayetleri dikkate almamalarıdır.

Arapçada "ve" bağlacı, "ve =و" olarak geçer.
 "veya /yahut" ise "ev =او" olarak geçer.
Müminun 6 ve mearic 30 ayetlerinde "veya" bağlacı vardır.
Okunuşu; "İlla ala ezvacihim EV (او) ma meleket eymanuhum,"

Nisa 25. yetteki "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimseler, Sağ ellerinizin sahip oldukları ile evlensinler..."

Bu ayet gereğince, birisi ancak "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü" yetmiyor ise, ‘yeminlerin sahip oldukları’ denilen kadınlarla evlilik yapabiliyor. Aksi takdirde yapamıyor. Müminun 6 ve mearic 30 ayeti iddia edilenin aksine; sınır getiren bir olaydır. Ki, zaten “cariye” diye bir şey yok. Nur 32-33 ayetlerinde konuyla alakası yok. 22. Maddede söylediğimiz gibi, cariyelik değil, kadınları zorlamanın yasak olduğunu söylüyor. Ahzab 50. Ayette peygambere evlilik maksadıyla helal edilen bir takım kişilerden - ki bu kişiler, inananlara da helâldir, Nisa 23-24. Ayetlerde, bu kişiler haram edilmiyor- bahsediyor. Yine içi boş bir iddia ve konuyla alakasız.. 


31. Ayetleri sorgulamayın diye ayet var. (Maide: 101)

Maide 101. Ayetin, ”ayetleri sorgulamayın” diye bir ifadesi yoktur. İlgili Ayette, hükümlerin detayı hakkında soru sormayı yasaklar. Örneğin “namaz niye beş vakit? Üç olsa? Başa sarık sarmak farz mı?” gibisinden gereksiz detayları sormayı yasaklar. 
.Mesela Allah bir hayvan kesilmesini emir ediyor. Fakat Musa kavmi sürekli olarak detay sorarak ibadeti içinden çıkılmaz bir hale getirmeye çalışır;

Hani Musa kavmine: “Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti. “Bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. (Musa) “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” dedi. [Bakara Suresi (2/67]

“Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın” dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) “Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin” dedi. [Bakara Suresi (2/68]

(Bu sefer) dediler ki: “Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin.” O: “(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir” dedi. [Bakara Suresi (2/69]

(Onlar yine:) “Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşaallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz” dediler. [Bakara Suresi (2/70]

(Bunun üzerine Musa, “Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir” dedi. (O zaman): “Şimdi gerçeği getirdin” dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı. [Bakara Suresi (2/71]

Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur’an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır. [Mâide Suresi (5) /101]

Maide suresi 101. Ayette Allah ibadetle ilgili soru detaylı soru sormayı yasaklıyor. Atıyorum “namaz niye günde bir defa değil? Başa sarık nasıl sarılır?” tarzı soru sormak gibi.. 
. Yani Kuran’da ne varsa onlardan sorumluyuz, gereksiz detay sormayın diyor Allah. Ne yazık ki şu an özellikle Ramazan programlarında gördüğümüz, dinde detay sorma hastalığına bu ayetle eleştiri getirilmiştir.
Ayrıca bu iddiayı ortaya atan arkadaş şu ayetleri hiç görmemiş olmalıdır ;
(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. [Sad Suresi (38/29]

Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. [Nisa Suresi (4/82]

32. Dünyada haram ettiği zina ve içkiyi ahirette ödül olarak anlatıyor.(Bakara: 219), (Maide: 90-91), (Yunus: 4), (Nahl: 67), (Bakara: 25), (Ali İmran: 15), (Duhan: 54), (Tur: 20),

Bunu yazanın “zina” kavramını tanıması gerekiyor anlaşılan. 🙂
Zina, evlilik dışı birliktelik demektir. Evlilik içi birliktelik için, kimse zina demez. Ahirette ödül olarak verilen “eş”’tir. Zina değildir.
Saffat 48.Ayet: Yanlarında güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü EŞLER vardır.
Bakara 25.Ayet: tertemiz EŞLER vardır.

İçki (içecek) için kuranda mühürlü temiz ve sarhoşluk vermeyen bir içecek olduğu çoğu âyette belirtilir.

Mutaffifın 25.Ayet: mühürlenmiş bir içkiden içerler.
Saffat 45.Ayet: Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.
Saffat 46.Ayet: Berraktır, içenlere lezzet verir.
Saffat 47.Ayet: O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar.

Dünyada haram edilen içecek ile, ahirette vaad edilen içecek aynı değilken, dünyadaki içki ile ahirette vaad edilen içeceği kıyas etmek nasıl bir mantıktır?



33. Eşcinselleri lanetliyor. (Nisa: 15-16), (Araf: 80-81), (Hicr: 71), (Şuara: 165), (Neml: 55)

İlgili ayetlere bakılacak olursa, “.. Siz kadınları bırakıp, erkeklere ilgi duyuyorsunuz…”demesi, onların kendi tercihleri olarak Eşcinsel olduğunu belirtiyor. Yani bu kişiler özde Eşcinsel değil, kendileri olmayı tercih ediyor bunun üzerine kendileri helak ediliyor.


Peki eş cinsellik doğuştan mı gelir?
Eşcinselliğin genetik olarak doğuştan mı geldiği yoksa sonradan kazanılan bir alışkanlık mı olduğu uzun zamandır araştırma konusu. Genetikçiler bu konuda geniş çaplı araştırmalar yapmasına rağmen şu ana kadar bir eşcinsellik geni bulamadılar.¹ Kromozom X üzerinde Xq28 bölgesinde eşcinsellik ile ilişkili olabileceği düşünülen bir bölge olduğu bir çalışmada bildirildi, fakat daha sonraki çalışmalar bunu doğrulayamadı.¹ Yine ikiz kardeşler üzerinde yapılan çalışmalar bir eşcinselin ikiz kardeşinin de eşcinsel olma oranının %20 oranında olduğunu göstermiştir.¹ Tabi bu rakamın tamamını genetik faktöre de veremeyiz, çünkü birlikte büyüyen ikiz kardeşlerin birbirlerini alışkanlıklar konusunda da etkileyeceğini unutmamalıyız. Eğer eşcinsellik doğuştan gelen genetik olarak kaçınılmaz bir sonuç olsa idi bu tür ikiz kardeşlerin her ikisinin de kaçınılmaz olarak eşcinsel olması gerekirdi. Şu ana kadar böyle bir genin bulunamayışı eşcinselliği yöneten kuvvetli ve karşı konulamaz bir genin bulunmadığını gösteriyor. Çünkü bir özelliği sağlayan kuvvetli genlerin bulunması çok kolaydır ve kısa sürede bulunur. Bilim insanları da artık eşcinsellik üzerinde etkili kuvvetli bir gen olmadığına kanaat getirmiştir ve doğuştan gelen genetik faktörler yerine sonradan kazanılan epigenetik faktörlerin daha etkili olduğu yönünde fikir birliği oluşmuştur.¹

Fakat yatkınlık sağlayan düşük kuvvetli genler bir ihtimal olabilir. Çünkü her insan genetik olarak bir şeylere yatkın olabilir. Örneğin kimisi genetik olarak çok yemek yemeğe yatkındır, kimisi dedikoduya, kimisi bencilliğe yatkındır vs. Yatkınlıklar düşük kuvvetli genler tarafından meydana getirilir fakat bu yatkınlıklar kişi için bağlayıcı değildir ve karşı koyulabilir. Örneğin çok yemek yemeğe yatkın olduğu halde güzel görünmeye de yatkın olduğu için kendini diyete alan çok sayıda insan vardır. Buna rağmen şu ana kadar eşcinsellik üzerinde etkili olan düşük kuvvetli bir gen dahi tespit edilememiştir. Bunlar gösteriyor ki “eşcinselliğim doğuştan geliyor, kaçınılmaz” diye bir mazeret kabul edilemez.

Popülasyon genetiği açısından bakıldığında; genetik faktörlerin eşcinselliği oluşturmada ciddi bir etkisi olsa idi, buna neden olan genler uzun zaman önce doğal seçilimle yok olup giderdi. Çünkü eşcinsel bir ilişki ile üreme şansı olmadığı için, eşcinseller genlerini sonraki nesillere aktarmada eşcinsel olmayanlara göre çok daha zayıf kalacaklardı, böylece eşcinsellik zamanla tükenecekti. Eğer genlerin cinsel tercihler üzerinde bağlayıcı bir etkisi olsaydı böyle olması beklenirdi, çünkü bu tür insanlar karşıt cinsle birlikte olamayacak ve ister istemez hem cinsleriyle birlikte olacaktı. Bu yüzden popülasyondaki gen frekanslarının hızla düşmesi ve kaybolması gerekirdi.

Referans:
¹: Balter, M., Can epigenetics explain homosexuality puzzle? 2015, American Association for the Advancement of Science.
Gavrilets, S., U. Friberg, and W.R. Rice, Understanding Homosexuality: Moving on from Patterns to Mechanisms. Archives of sexual behavior, 2018. 47(1): p. 27-31.

Bu kısım, Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntıdır. 

34. Gayrimüslimlerin cennete girebileceği de söylenirken, başka ayette tam zıttı söyleniyor. (Bakara: 62), (Maide: 69), (Nur: 39), Hu: 15-16), (Tevbe: 17)
Bakara 62. ve Maide 69. Ayetleri: Yahudi, Hristiyan ve sâbiî kimseler olup, Allah'a ve ahiret gününe iman edip Sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar olduğunu söyler. Yahudi ve Hristiyanların kafir olduğunu söyleyen kim? Allah, şirk koşan Yahudi ve Hristiyanların “kafir” olduğunu söyler. 

Bakara 116- ve "Allah çocuk edindi" dediler. O yücedir [bundan münezzehtir]¹. Hayır! Göklerde ve yerde [tüm evrende] ne varsa, hepsi onundur [Allah'ındır]. [Onların²] her biri ona [Allah'a] gönülden bağlı olarak itaat eder.

Bunun yanı sıra, Yahudi ve Hristiyanların gerçeği, örtmeleri sebebiyle kafir olduğunu ve içlerinde gerçeği kabul eden ve doğru yolda bulunan kimseler olduğunu söyler;

Bakara 

75 - onlardan [yahudilerden] bir grup vardı. Allah'ın kelamını duyuyordu, sonra onu anladıktan sonra bilerek onu tahrif ediyorlardı. [Durum bu haldeyken] size inanırlar diye mi umut ediyorsunuz? (umut etmeyin!)

76- onlar [yahudiler] inanan kimselerle karşılaştıkları zaman "inandık" dediler. Birbirleriyle karşılaşınca, "Efendinizin katında size karşı delil olması için mi Allah'ın size açtıklarını [hüküm ettiklerini], onlara söylüyorsunuz? Hiç düşünmez misiniz?" dediler.

77- gizliyor olduklarını ve açıklıyor olduklarını, Allah'ın biliyor olduğunu bilmiyorlar mı?

111- "cennete kimse girmeyecek, ancak kim Yahudi veya nasrani (Hristiyan) ise [o, cennete girecektir.]" dediler. İşte bu [söyledikleri] kendilerinin kuruntusudur. "Eğer sadık/doğru kimseler iseniz, en sağlam olan kanıtınızı [burhan] getirin!" de.

112- (durum gerçekten onların anlattığı gibi mi?) Hayır! Kim iyilik eden olarak yüzünü [kendini]¹ Allah'a teslim ederse, artık onun ödülü Efendisinin katındadır. Onlara bir korku yoktur onlar üzülmezler.

121- o kimseler kendilerine verdiğimiz Kitabı, gerçek okunmasıyla okuyorlar[Takip ediyorlar]¹ işte, ona [o kitaba] iman edenler/inananlar onlardır. Kim onu görmezlikten gelirse/gerçeğini örterse, işte, zararlı çıkanlar onlardır.

Sonuç olarak, kur'an sadece yanlışı tercih eden, gerçeği örten ve “Allah çocuk edindi” diyen kişilerin cehennemlik olduğunu söyler. İnançlı ve doğru yolda olan Yahudi ve Hristiyanların kafir olduğunu söylemez. 

Alimran 113-114-115- [kitap ailesinin] hepsi eşit değildir. Kitap ailesinden, Gece saatlerinde, secde ediyorlarken, Allah'ın ayetlerini okuyan, Allah'a ve ahiret gününe inanan, maruf'u [bilinen iyiliği] emir eden, münkeri [kötülüğü] engelleyen, dik duran bir toplum vardır. işte onlar, Sâlih/düzeltici işler yapan kimselerden'dir. Allah, sakınanları bilirken, Hayırdan Ne yaptılar ise, o asla görmezden gelinmez.


Nur 39 ve diğer ayetler, kâfirlerden bahseder, her Yahudi ve Hristiyan, kafir değildir. 


35. Namazın nasıl kılınacağı anlatılmıyor. ???
Namaz, İbrahim peygamberin zamanından beri var olduğu için, toplum tarafından bilinmektedir. Bu yüzden kuran detaya girmez, örneğin “Rüku edin, secde edin,” der, ancak Rüku ve secde hareketinin nasıl yapılacağını anlatmaz. Bunu anlatmıyor oluşu, insanların biliyor oluşundan kaynaklıdır. Örneğin o dönem insanı “Rüku” denilince, bunun eğilmek olduğunu biliyor. Bu sebeple, bilen bir topluma bildiği şeyin detayı anlatılmaz.
Mesela bakara 43. yette yahudilere hitaben “Rüku edenlerle birlikte Rüku edin” der. Doğrudan tarif vermez, çevredeki uygulayan kişilerden öğrenerek Rüku etmelerini ister.

Bununla birlikte, kur'an'da bazı detaylar verilmiştir;

Namaz vakitleri:
(Sure No, soldaki, ayet No, sağdaki)


a- Günün ilk namazı: Öğle, 11/114, 17/78

b- İkindi namazı: Öğle,11/114, 17/78, 24/58,59

c- Akşam:2/238, 11/114, 17/78

d- Yatsı:11/114, 17/78, 24/58,59

e- Sabah: 11/114, 17/78, 24/58,59

f- Cuma namazı: 62/9, 17/78

g- Orta namaz(Akşam namazı): 2/238 (Orta namaz ikindi gösteriliyor. Bu doğru değil. Günün ilk namazı öğle (isra 17/78) olduğuna göre, orta namaz akşam olur. Beş parmağın ortada olanı gibi)

h- Cenaze namazı: 9/84

i- Teheccüt namazı (nafile):17/79, 24/58,59

2/238: en az üç vakit namazdan bahseder. “orta” dediği namaz, ikindi namazıdır.


Namaza çağrı: 5/58, 62/9

Abdest;Abdest, gusül, teyemmüm, abdesti bozan şeyler: 4/43, 5/6

Zaruri hallerde namaz abdesti için kolaylık: 4/43, 5/6

Maddi pislikler: 74/4

Giyinme:7/20, 26 31, 24/30, 31, 60, 33/59

Kıble:2/115, 141, 143-145, 149,

Niyet:2/284, 3/29

Tekbir (Namaza başlama tekbiri):17/110, 111, 22/37, 56/96, 74/3, 87/1, 15

Kıyam:2/238, 3/43, 191, 4/103, 9/112, 22/26, 25/64, 26/217-219, 39/9

Kıraat: 17/110, 29/45, 73/20

Ruku:2/43, 125, 3/43, 5/55, 9/112, 22/26,77, 38/24, 48/29, 77/48

Secde:2/125, 3/43, 113, 191, 4/102, 103, 7/120, 206, 9/112, 12/100, 13/15, 15/98, 17/7, 19/58, 20/70, 22/18, 26, 77, 25/60, 64, 26/217-219, 27/24, 25, 32/15, 38/24, 39/9, 41/37, 48/29, 53/62, 68/42-43, , 76/26, 84/21, 96/19

Tahıyyat:4/103

Rekat sayısı:4/102

Namaza başlama tekbiri: 74/3, 87/15

Kıyama kalkış, ruku ve secde tesbihleri:7/206, 9/112, 10/10, 15/98, 17/111, 20/130, 26/220, 30/17, 32/15, 50/40, 52/48

Namazın rükunlarında ara tekbirleri:37/3, 74/3, 87/15

Rukudan sonra kıyamda beklemede tesbih:15/98

Rukuda tesbih:56/96

Secdede tesbih, dua: 87/1, 50/40

Namazdan sonra tesbih ve dua: 2/45, 153, 9/112

Namazda dua:17/110, 10/10, 20/14, 73/14

Namazda ne söylediğini bilmek, huşu içinde ve sadece Allah’a yönelme:3/43, 4/43, 23/2, 29/45, 72/18

Namazda sesin durumu:17/110

36. Tarihi bir olay anlatırken Meryem'leri karıştırıyor. Kur’an’da “Ey Harun’un kız kardeşi” diye hitap etmişlerdir. Halbuki bu iki Meryem birbirinden tamamen bağımsızdır. İsa’nın annesi olan Meryem’in Harun isminde bir kardeşi olmadığı gibi, bu iki Meryem’den ilki, diğerinden yaklaşık 1700 yıl önce yaşamıştır. (Meryem: 28)


“kardeş” kelimesi her zaman için soyda veya Öz anne babadan olma kardeşlik manasında değildir. Mesela “müminler ancak kardeştirler” ayetini, aynı soydan gelen kardeş manasında anlayamayız, dinde ortak manasında anlarız. zuhruf 48. yette “kardeş mucize” denilir. Ahkaf 21. yette “ad'ın kardeşi” , Araf 73. yette “semud'a kardeşi” denilmiştir. Halbuki burada kasıt edilen kardeşlik, aynı anadan babadan olmakla alakalı değildir.

37. Lat, Menat ve Uzza isimli putları övüyor. (Necm: 19-20)

İlgili ayetler;
Necm 19-20 : Lat, uzza ve diğer üçüncüsü menat, gördünüz mü? 
Ayetlerde herhangi bir övgü görünmüyor

38. Savaşa teşvik eden ayetler var. 

Kuranda durduk yere savaşa teşvik eden hiçbir ayet yoktur. İlgili ayetlere bakalım;
Bakara 190 “sizinle çarpışan /savaşan o kimselerle, Allah yolunda savaşın haddi aşmayın.”
Bakara 193 “sizinle çarpışan /savaşan o kimseleri¹, fitne [şiddet, baskı] yok oluncaya ve Din Allah'a ait² oluncaya³ kadar savaşın. Artık, [sizinle çarpışmaya /savaşmaya] son verirlerse, eziyet edenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”

¹: ayetteki "onlar =hum" zamiri, 190. Ayetteki savaş açan kimselere atıf olduğu için böyle meal ettim.

²: dinin Allah'a ait olması, inanç özgürlüğünün olmasıdır. 
Allah'ın dini, bakara 256. yette yazıldığı üzere "bu dinde zorlama yoktur" denilen, yani inanç özgürlüğü olan din demektir. 

  cımbız yapılan ayetlere cevap için hazırladığım şu videoyu izleyebilirsiniz;
https://youtu.be/bKyfs70yIpY

Veyahut şu yazımı okuyabilirsiniz http://hubeyb.blogspot.com/2018/01/savas-ayetlerine-cevap.html?m=1

Özetle;
Hac 39"zulme uğradıkları için savaşa müsade edildi” savaş sadece savunma amaçlıdır. 

39. Bir savaşta kaç müslümanın kaç kafire denk geldiğini anlatan ayeti hemen bir sonraki ayet yalanlıyor. (Enfal: 65-66)

Enfal 65. Ayette normal şartlarda 1'e10 olduğunu söylüyor, 66. ayette ise zayıflık olması sebebiyle, Allah'ın yardım ettiğini bu şartlar altında 1'e2 olduğunu söylüyor. Kontrol edebilirsiniz;
Enfal 65 “sizden sabreden, 20 kişi , 200 kişiye galip gelir...” 
Enfal 66 “Şimdi, Allah sizde zayıflık olduğunu bildiği için, sizdeki [yükü] hafiflettiği için sizden sabreden 100 kişi, 200 kişiye galip gelir…”

40. Kadına savaşta "ganimet" diyor. (Nisa: 4)

Nisa 4. ayette savaşla ilgili bir şey bahsedilmiyor. Muhtemelen 24. Ayeti kasıt ediyor. 

Ganimet demiyor, Nisa 24. Ayeti mealler “(harp esiri olarak) sahip olduğunuz müstesna, tüm evli kadınlar size haram edildi” diye meal ediyor. 
Halbuki "harp esiri olarak" diye bir ifade âyette yok, parantez içinde ekleniyor. 

Nisa 22. Ayetten itibaren evliliğin yasak olduğu kişiler sayılır. 
Nisa 24. Ayet, 
"Muhsena kadınlarla evlilik de size haram edildi. Ancak yeminlerinizin sahip oldukları müstesna. (onlarla evlilik yapılabilir)" diyor. 

"yeminlerinizin sahip oldukları" dediği kişiler, Mümtehine 10. yette anlatılan muhacir kadınlardır. (İrşad Ebu-s su'd ilgili ayet tefsirinde anlatılır) 
Kocası gayri Müslim, kendisi müslüman olarak müslüman bir ülkeye hicret eden kadın "yeminlerinizin sahip oldukları" kategorisine giriyor bunlarla evlilik caiz.

Kadına savaşta “ganimet” denilen bir ayet yok 🙂 savaş esiri olan kadınlardan olsun, erkeklerden olsun Muhammed 4. Ayet gereği tüm esirler serbest kalıyor. 

41. "Cahiliye dönemindeki gibi açılıp saçılmayın" diye kadının özgürlüğünü kısıtlıyor. (Ahzab: 33)

Cahiliye dönemi ile kasıt ettiği zamanda, kadınlar mahrem yerlerini gösteren, şeffaf, yanları dikişsiz türden elbiseler, fistan, giyerler, zina ederlerdi. (kurtubi, kadı beydavi ahzab 33. Ayet) . Kur'an bu kadınlara gönderme yaparak, inanan kadınların iffetli olmalarını emir ediyor. Bunun özgürlüğü kısıtlama ile alakası yoktur, tevbe 71. yette “mümin KADINLAR ve ERKEKLER birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar” diyerek, kadının da, erkek gibi iyiliği emredip kötülükten alıkoyma görevi veriliyor, Neml 23. yette, hükümdarlık yapan bir kadın anlatılır, Allah, bu kadının hükümdar oluşuna herhangi bir eleştiri yapmaz. Allah'ın bir olayı anlatıp da o olayda sessiz kalması onu mubah kılar. Yani kadının hükümdar olmasına engel olan bir hüküm yok. Nur 69. yette kadın ve erkeğin aynı sofrada oturmasına dahi müsaade eder. Kasas 23-26 ayetlerinde çobanlık yapan iki kadın ve , Musanın onlarla konuşması anlatılır. 
Tüm bunlara bakınca, kur'an'ın kadını özgür bıraktığı görülüyor. 

42. Ayın yarıldığını iddia ediyor. (Kamer: 1)

Ay'ın ikiye ayrılması olayı kıyamet vakti olacaktır. Çünkü âyette “saat (kıyamet) yaklaştı, ay ikiye bölündü” diyerek olayın kıyamete yakın bir saatte olacağı söylenir. 
Ayette geçmiş zaman kipi (mazi fiil) ile anlatılması, olayın gelecekte olmayacağı mânâsına gelmez. Örneğin pek çok Ayette, olaylar gelecekte olacağı halde geçmiş zaman fiili ile “oldu, dedi, yaptı,” diye anlatılır. İlgili ayetlere bakarsanız olayı daha iyi anlarsınız (39:68; 75:8,9; 25:30; 7:44-48; 6:128; 20:125,126; 23:112-114) ayrıca, bu olayın gelecekte olacağını asırlar öncesinden de savunanlar olmuştur. (bkz: kurtubi ilgili ayet) 

Haricen, Ay'ın gerçekten yarılmış olduğunu savunan Müslümanların savunduğu şu görüşü de belirtmek isterim;

Yazı, Bilimveyaratilisagaci.com sitesinden alıntıdır, kaynaklar orada mevcuttur;

“... Gelelim sadede. Aşağıdaki bilimsel haberi, belirttiğim bilimsel haber sitesinde yayınlanmış, o da Dünyanın en iyi bilimsel dergisi olan Science dergisinden almıştır. 


Türkçe çevirisi ise şöyledir:

“AY YARIK, DARBE ALMIŞ

Bilim adamları, ayın ilk günlerinde oldukça darbe aldığına dair kanıtlar bulduğunu söylüyorlar.

Ayın bu yeni görünümü, bu yılın başlarında yörüngeye giren ikiz uzay aracıyla ayrıntılı gravite haritalandırmasından geliyor.

Yüzeyin altında, ayın içi hırpalanmış ve yarılmış. Bu, Dünya dahil diğer kayalık gezegenlerin, tarihlerinin başlarında meteorlardan benzer bombardımanlara maruz kalmış olabileceklerini gösteriyor.

NASA uzay aracı Ebb ve Flow tarafından yapılan ölçümler, ayın kabuğunun bilim adamlarının düşündüğünden çok daha ince olduğunu buldular – sadece yaklaşık 25 mil kalınlıkta.

Bulgular Çarşamba günü San Francisco’daki Amerikan Jeofizik Birliği toplantısının bir toplantısında sunuldu ve Science dergisinde çevrimiçi yayınlandı.”

Yazıda şöyle diyor:

«Dr. Zuber’in bulgularına göre Ay’ın iç yapısı tamamıyla kırık dökük. İç yapısında onlarca kilometre uzunluğunda yarıklar olduğuna dair kanıtlar var. Ayın tümünü ÇEMBER GİBİ DOLAŞAN bir kırık var ve ayın magmasını dahil kırarak geçmiş.» Aşağıda ise bu makaleden aldığım ayın kırık dökük yapısını gösteren gravitasyon haritası şu şekilde gösterilmiş.
Nasa’ya ait bu verilerin detaylı analizleri Nature dergisinin 2 Ekim 2014 sayısındaki ‘Ay Üzerinde Yarılma’ adlı makalesinde verilmiş. Bu makale o sayıya kapak olmuştu.

Bu makalede ayın yüzeyindeki büyük düzlüklerin bugüne kadar meteor kraterleri olduğu sanıldığını fakat gerçekte ayda yaşanan kırılmadan dolayı lavların çatlakları doldurmasıyla oluştuğunu açıklamışlardır. Ayın içinde ayı boydan boya kesen çembersel bir yarığın olduğunu ve bunu bir çarpışmaya atfetmenin güç olduğunu ifade etmişlerdir. Böyle bir yarığın beklenecek birşey olmadığını vurgulamışlardır.

Aşağıdaki şekil yine bu makaleden alıntılanmış olup Nasa’ya aittir. Bu krater dolgu noktalarının iç tarafıda çembersel olarak yarıktır. Ay buradan koptuktan sonra tekrar birleşmiş ve çatlaklar lavlarla doldurulmuştur. Bu resme göre ay tam ortadan iki eşit parçaya ayrılmamış, ayın bir kısmı kopmuştur.
 ayın üzerindeki çembersel kesik yerleri ve bu yerin altında kalan alanların dağılmış yapısı görülebiliyor. Makalenin yazarları bunun bir çarpışmadan kaynaklanamayacağını ve beklenmedik birşey olduğunu yazmışlardır.

.. . Görüldüğü gibi herşey ortada. Ay’ın bölünmüş olması ve Kuran’ın bunu bir peygamber mucizesi olarak adlandırmış olması da Kuran’ın henüz anlaşılan mucizelerinden biridir

Kaynak:
Kaynak: Kerr, R. A. (2012). Peering Inside the Moon to Read Its Earliest History. Sciencemag

http://science.sciencemag.org/content/338/6112/1272

43. Galaksiler yok. ???
Tost makinesi de yok, peki niye buna “problem” demiyoruz? Kitabın amacı var olan her şeyden bahsetmek değil ki bundan bahsetsin? Evrenin tekillikten gelmesi (Enbiya 30), genişliyor olması (zariyat 47) gezegenlerin gazdan oluştuğu (Fussilet 9-12) atmosferin oluşumu ve görevi (Naziat 27-28) dünyada atmosferin ve suyun oluşum sırası (Naziat 29-31) gibi bir çok bilgi verilmiştir. Bunların varlığı size “kanıt” olmuyorsa, olmayan şeyler de “problem” olamaz. 

44. Evrenin nasıl oluştuğu tamamen yanlış anlatılıyor. ???
Bunu iddia edenlerin din bilgisi, alıntı sağdan soldan derleme birkaç ateist sitesinin yazılarından ibarettir. Evrenin oluşumu ile kuran'da anlatılan oluşum arasında herhangi bir yanlışlık yoktur. Bu konuya girmeden evvel şunu belirteyim ;

Bilimin verileri değişkendir. Bundan asırlar önceki bilimsel veriler ile bugünkü bilimsel veriler arasında fark vardır. Bu sebeple mevcut bilimin verilerini baz alarak kur'an'ın bilime zıt olduğunu iddia etmek saçmadır. Kur'an'ın bu tarz konularda ayetleri yoruma açık olduğu için, birden fazla olaya yorumlanabilir. Bu sebeple Kur'an, bilime zıt düşmez ancak mevcut bilimsel verilere göre yapılan yorumların da mutlak olduğu söylenemez. Bunu belirterek yaratılış ayetlerini, mevcut verilere göre yorumluyorum ;

Kur'an'da evren, “gökler ve yer” diyerek anlatılır. Kur'an'da geçen tüm “gökler ve yer” ayetlerini kontrol ederek bunu görebilirsiniz. “göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır”, “göklerde ve yerde olanların hepsi ona itaat eder” gibi ayetler buna örnek olarak verilebilir. 

Başlangıç;

Hud 7 “gökleri ve yeri (evreni), Arşı(hükümranlığı) suyun üzerinde iken yaratan o'dur” 

Kur'an ve tevrat gibi metinler, uzay boşluğunu bir suya benzetir. Mesela Yasin 40. yette güneş ve ay için, her birinin uzayda yüzüyor olduğunu söyler. Özellikle “yüzer” kelimesi, bu tezi doğruluyor. 
bu Ayette arş (Allah'ın hükümranlığı) suyun (boşluğun) üzerinde olduğu bir esnada evrenin yaratılmış olduğunu söylüyor. 

Enbiya 30 “gökler ve yer (evren) bitişikken onları ayırdık” âyette 
Buradaki “gökler ve yer” ifadesi, başta da belirttiğim gibi “bütün evren” manasında kullanılır. Örneğin şu ayetlere bakalım;

24/35 "Allah 'göklerin ve yerin' nûrudur.."
2/116 "... göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur.."
7/54 "... Gökleri ve yeri altı evrede yaratan... "
(örnekler çoğaltılabilir)
Bu deyimin kullanıldığı ayetlere baktığımızda "gökler ve yer" deyiminin "bütün evren" manasında olduğunu görebiliriz.
 Bu durumda ayeti
➡ "bütün evren birbiri ile bitişik iken ayırdık" şeklinde anlayabiliriz. 
Big bangin ilk anında bütün madde, her şey birbiri ile bitişik iken patlama ile ayrılıyor. Tam tarif! 

Gezegenlerin oluşumu (Fussilet 9-12) 
Ayetlere değinmeden önce, kısaca şuna değinelim;
➡ Ayetteki “summe” kelimesine “sonra” manası verilir, ancak kur'an “ba'de” kelimesiyle “sonra” manasını verir. “Summe” kelimesi daha çok “aynı zamanda” mânâsına gelir. Örnekleri vereyim;
Enam 11 "yeryüzünde gezin summe yalanlayan kimselerin akıbeti nasıl olmuş? Bakın" 
Mesela bu ayette "önce dolaşın, ondan sonra görün" manasında Değil, "dolaşın bu esnada/aynı zamanda görün" manasındadır. Burada summe (ثم) "aynı zamanda" mânâsına gelmiştir.
Hud 3 "istiğfar edin, summe Efendinize tevbe edin" 
Halbuki istiğfar ve tevbe ayrı şeyler değil, istiğfar, hatadan dolayı af istemek; Tevbe ise hatadan dönüş demektir. Tevbe etmeden istiğfar edilmez. İkisi bir arada yapılır. 
Alimran 59 "Allah onu topraktan yarattı, summe 'ol' dedi, oluştu"
Halbuki ol demesi ile oluşum meydana geliyor. Yani topraktan yaratmasından önce "ol" demiştir. Bu emir, topraktan yaratma esnasında devam eder. 

➡ Ayetlerde geçen “sema” kelimesi gezegen yerine kullanılmaktadır. Sema kelimesi, yerden yukarıda olan her şey için kullanılır. Yağmura, buluta bile yerden yukarıda olması sebebiyle “sema (gök)” denilmiştir. (müfredat: سما) “Gök anlamına gelen "sema" kelimesi müzekker ve müennes olarak gelir ve şekillerinde çoğulları yapılır. el-Accac der ki:"Onu rüzgarlar ve gökler (yani: yağmurlar) sarar"
Üst tarafta bulunup da seni gölgelendiren her şeye "sema" denilir. O bakımdan (Arapçada) evin tavanına "sema" denilmiştir. Aynı şekilde "sema" yağmur anlamında da kullanılır; çünkü yağmur semadan (yukarıdan) gelir. Hassan b. Sabit der ki:
"Hashâs oğullarının bazı toprakları var ki kurudur
Oraları topraklar ve sema gizleyip örter."

Bir başka şair de şöyle demişir:
"Sema (yağmur) bir kavmin arzına yağdı mı İsterse onlar kızsınlar biz orada otlatırız."
Çamur ve ota da "sema" ismi verilir. Mesela: "Sizin yanınıza gelene kadar semayı çiğneyip durduk" denirken kastettikleri otları ve çamurları çiğneyip durdukları şekildedir. Yine yüksekte kaldığı için atın sırtına da "sema" ismi verilir. Şair der ki:
"Atlas gibi kırmızı semasına gelince Hep ıslaktır. Arzı ise kuru mu kuru.."
Üstte kalan şeye "sema", aşağıda kalan şeye de "arz" denildiği önceden de açıklanmıştır (kurtubi, bakara 19. Ayet) 

Şimdi bu bilgiler ışığında “sema” kelimesi ile ne kasıt edildiğine bakalım;

Fussilet 9. Ayette yerin iki günde(evrede¹) yaratıldığı, 10. Ayette dört günde(evrede) gıdaların takdir edildiği ve yerde sabitler oluştuğu anlatılır. 

11. Ayette ise, bu olaylar olurken summe/aynı zamanda DUMAN (gaz) HALİNDE OLAN semaya planını uyguladığı², yazar. Devamında yani, 12'de, yedi sema olarak tamamladığı³ yazmaktadır. 

¹: “gün =yevm(يوم)”kelimesi eski sözlüklerde "dönem, çağ, evre" anlamında kullanılır. Bunu kur'an ayetleri ile de anlayabiliriz ;
Kur'an'ın pek çok ayetinde "kıyamet GÜNÜ (يوم القيامة)" ifadesi geçer (örnek :2/85)

Bu ayetlerde "gün" kelimesinin "dönem, zaman, evre" manasında olduğunu anlıyoruz. Çünkü kıyametin 24 saatlik bir zaman diliminden oluşmadığını biliyoruz.

Ayrıca bir diğer delil de Kur'an'a göre zaman görecelidir.
Bunu şu ayetlerden anlayabiliriz ;
Mearic 4 "süresi 50.000 yıl olan 1 günde ona yükselir"
Hac 47 "Allah katında 1 gün sizin saydığınız 1000 yıl gibidir”

²: ayette (استوا) kelimesi kullanılır ve bu kelimenin manası budur. (müfredat: سوا) 

³: ayetteki (قضا) kelimesi, hüküm etmek/tamamlamak mânâsına gelir. (müfredat) 


Sema, bu ayetlerde gezegenler manasındadır. Bilimsel açıdan uyumlu olup olmadığını kontrol edelim;

Gezegenler, merkezde oluşan Güneş’in çevresinde artakalan gaz ve tozdan meydana geldi. Bu toz ve gaz bulutu, başlangıçta Güneş’in çevresinde dönen, bir disk biçimini aldı.İlkel Güneş Sistemi’nde, toz parçaları bir araya gelerek “kondrül” denen küçük göktaşlarını oluşturdular. Kondrüller birbirleriyle ve çevrelerindeki toz parçalarıyla birleşerek “kondrit” denen göktaşlarını oluşturdu. Günümüzdeki göktaşlarının büyük bölümü de kondritlerdir. Kondritler birleşerek son aşamada “gezegencik” denen ilkel gezegenlere dönüştüler. Gezegencikler oluştuğunda artık ortada fazla gaz ve toz kalmamıştı. (kaynak: gezegenler gen.tr: gezegenlerin oluşumu) 

Gezegenler gazdan (dumandan) oluşmaktadır. Tabi bu oluşum hemen bir anda olup bitmiş bir şey değildir. Dünya oluşum esnasında iken, diğer gezegenler de oluşum aşamasında idi. Fussilet 9-12 ayetlerinde anlatıldığı üzere, dünyada gıdalar oluşurken ve yaratılış devam ederken aynı esnada gezegenler dumandan oluşuyordu, yedi sema olarak oluşumu tamamlandı. 


Dünyanın oluşumu;


Naziat 27-28 “göğün çatısını yükseltti” 
“göğün çatısı mı olurmuş?” demeyin, atmosfer bir koruyucu olarak dünya için çatı görevi görüyor. Atmosfer olmasaydı, meteor taşları dünyaya çarpar, güneş ışınları dünyayı yok ederdi.(bkz: ozon tabakası, meteor taşları) Peki atmosferin yükselme olayı nedir? Atmosfer dünyada bir buhar olarak oluşur. Ateş kütlesi olan dünyanın soğuması ile ortaya çıkan buhar, göğe yükselip atmosferi oluşturuyor. (bkz: Dr melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu) Böylece “yükselme” olay olmuş oluyor. Bilime zıt herhangi bir yanı yoktur. 

Naziat 29-30 “gecesini kararttı, ışığını çıkardı bundan sonra da yeri yerinden giderdi” 

Ayette “yerinden giderdi” mânâsında olan bu fiil, düzenlemek manasındadır yağmurun yağması, nasıl taşları yerinden giderek yeri düzenli, temiz bir hale getiriyor ise, dünya da o şekilde düzenli bir hale gelmiştir.

Bilinen verilere göre dünya ilk başta herhangi bir şey oluşacak halde değildi. Zamanla ‘yerinden giderme’ olayı oluyor ve sonraki ayetlerde de anlatıldığı üzere su ve otlak çıkıyor.. Dikkat ederseniz, bitkilerin oluşumu atmosferden sonra anlatılıyor. Çünkü mevcut verilere göre bitkilerin oluşması için atmosfere ihtiyaç var. Atmosfer ilk oluştuğu anda oksijen yoktu, sonradan oluştu. Ayrıca dünyanın ilk başta bir ateş kütlesi gibi olması sebebiyle, ilk başta suyu yoktu. Mevcut olan bazı bilimsel verilere göre, dünyadaki su sonradan oluşuyor. Konuyla ilgili BBC dergisinden küçük bir bölüm bırakayım;
Her türlü yaşamın kaynağı olan su, 4,5 milyar yıl önce Dünya oluştuktan yüz milyonlarca yıl sonra yabancı bir madde olarak, donmuş parçalar halinde uzaydan geldi dünyaya. O sırada gezegenimiz yanardağların sürekli patladığı kupkuru bir yerdi… Dünya yüzeyindeki suyun hemen hemen tamamı onu oluşturan kaya ve buz parçalarından gelmişti. Fakat atmosfer henüz oluşmadığı için bu su molekülleri kaynayıp uzaya uçuyordu.

Fakat bu arada yaşanan jeolojik olaylar sonucu gezegenin içinden yüzeye doğru su çıkmaya devam ediyordu. Demir gibi ağır elementler gezegenin merkezine doğru akıyor, bugün bildiğimiz haliyle Dünya’nın dış kabuğu, manto ve çekirdeği şekil alıyordu. Manto soğudukça su ve diğer uçucu maddeler yüzeye doğru çıkıyor, ısınan su buharı ise yanardağ ağızlarından dışarı çıkıyordu… . Böylece 500 milyon yıl önce Dünya’nın atmosferi ve ısısı istikrarlı bir hal aldı ve dışarı sızan su buharı soğuyup yoğunlaştı. Bunun sonucunda yağmur yağmaya başladı. Hem de binlerce yıl boyunca. Artık Dünya’nın yüzeyinde bir miktar su birikmişti. (bkz: BBC dergi- okyanuslar nasıl oluştu?)

Üstteki verilerle, kur'an'ın ifadeleri tamamen bağdaşıyor. 


45. Dünyanın oluşumu bilime taban tabana zıt…

Bilimin verileri değişkendir. Bundan asırlar önceki bilimsel veriler ile bugünkü bilimsel veriler arasında fark vardır. Bu sebeple mevcut bilimin verilerini baz alarak kuranın bilime zıt olduğunu iddia etmek saçmadır. Kuranın bu tarz konularda ayetleri yoruma açık olduğu için, birden fazla olaya yorumlanabilir. Bu sebeple Kuran, bilime zıt düşmez ancak mevcut bilimsel verilere göre yapılan yorumların da mutlak olduğu söylenemez. Bunu belirterek yaratılış ayetlerini, mevcut verilere göre yorumluyorum ;
Naziat 27-28 “göğün çatısını yükseltti”
“göğün çatısı mı olurmuş?” demeyin, atmosfer bir koruyucu olarak dünya için çatı görevi görüyor. Atmosfer olmasaydı, meteor taşları dünyaya çarpar, güneş ışınları dünyayı yok ederdi.(bkz: ozon tabakası, meteor taşları) Peki atmosferin yükselme olayı nedir? Atmosfer dünyada bir buhar olarak oluşur. Ateş kütlesi olan dünyanın soğuması ile ortaya çıkan buhar, göğe yükselip atmosferi oluşturuyor. (bkz: Dr. melik kara, yerkürenin ve atmosferin oluşumu) Böylece “yükselme” olay olmuş oluyor. Bilime zıt herhangi bir yanı yoktur.

Naziat 29-30 “gecesini kararttı, ışığını çıkardı bundan sonra da yeri yerinden giderdi”

Ayette “yerinden giderdi” mânâsında olan bu fiil, düzenlemek manasındadır yağmurun yağması, nasıl taşları yerinden giderek yeri düzenli, temiz bir hale getiriyor ise, dünya da o şekilde düzenli bir hale gelmiştir.

Bilinen verilere göre dünya ilk başta herhangi bir şey oluşacak halde değildi. Zamanla ‘yerinden giderme’ olayı oluyor ve sonraki ayetlerde de anlatıldığı üzere su ve otlak çıkıyor. Dikkat ederseniz, bitkilerin oluşumu atmosferden sonra anlatılıyor. Çünkü mevcut verilere göre bitkilerin oluşması için atmosfere ihtiyaç var. Atmosfer ilk oluştuğu anda oksijen yoktu, sonradan oluştu. Ayrıca dünyanın ilk başta bir ateş kütlesi gibi olması sebebiyle, ilk başta suyu yoktu. Mevcut olan bazı bilimsel verilere göre, dünyadaki su uzaydan gelmiştir. Konuyla ilgili BBC dergisinden küçük bir bölüm bırakayım;
Her türlü yaşamın kaynağı olan su, 4,5 milyar yıl önce Dünya oluştuktan yüz milyonlarca yıl sonra yabancı bir madde olarak, donmuş parçalar halinde uzaydan geldi dünyaya. O sırada gezegenimiz yanardağların sürekli patladığı kupkuru bir yerdi… Dünya yüzeyindeki suyun hemen hemen tamamı onu oluşturan kaya ve buz parçalarından gelmişti. Fakat atmosfer henüz oluşmadığı için bu su molekülleri kaynayıp uzaya uçuyordu.

Fakat bu arada yaşanan jeolojik olaylar sonucu gezegenin içinden yüzeye doğru su çıkmaya devam ediyordu. Demir gibi ağır elementler gezegenin merkezine doğru akıyor, bugün bildiğimiz haliyle Dünya’nın dış kabuğu, manto ve çekirdeği şekil alıyordu. Manto soğudukça su ve diğer uçucu maddeler yüzeye doğru çıkıyor, ısınan su buharı ise yanardağ ağızlarından dışarı çıkıyordu… . Böylece 500 milyon yıl önce Dünya’nın atmosferi ve ısısı istikrarlı bir hal aldı ve dışarı sızan su buharı soğuyup yoğunlaştı. Bunun sonucunda yağmur yağmaya başladı. Hem de binlerce yıl boyunca. Artık Dünya’nın yüzeyinde bir miktar su birikmişti. (bkz: BBC dergi- okyanuslar nasıl oluştu?)

46. Güneş dünyanın etrafında döner diyor. (Enbiya/33)

Enbiya 33. yette denildiği gibi bir şey yazmıyor

Enbiya 33 “geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı yaratandır. Onların¹ her biri, birer yörüngede yüzer.”
Bu ayette en az üç cismin birer yörüngede hareket ettiğini söylüyor. [sebebiyse, ayetteki (كلٌ) kelimesi (كلهم) manasındadır. Yani (هم) hazf edilmiş, (كل) kelimesinin sonundaki tenvinli hareke bunu gösteriyor. (هم) zamiri, en az üç cisme atıf yapıyor] Güneşin dünya etrafında döndüğüne dair en ufak bir işaret yok.

Ayetin bilime uyumluluk noktasına da kısaca değinelim ama öncelikle şunu belirteyim ;

Bazı mealler ayetin son kısmını “bir yörüngede yüzer” diye meal edince, yanlış anlaşılıyor.
ayetin son kısmında ; "kullunfifelekin yesbehun/ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ [her biri AYRI BİRER yörüngede yüzerler]" yazmaktadır.

Bu kısımda nekre kullanılmıştır. Bu yüzden manası "her biri AYRI BİRER yörüngede yüzer” olur. 🙂

Eğer "elfelek" yazmış olsaydı, yani "el ال takısı olsaydı bu durumda nekre değil marife olur ve meali ;

 "hepsi BİR YÖRÜNGEDE yüzerler" olurdu…

Peki bu ayetin bilime zıt bir yanı var mıdır? Bakalım;

1- Gece ve gündüz ifadesi, bütün olarak dünyayı kasıt ediyor. Tıpkı “gökler ve yer” diyerek bütün evreni kasıt ettiği; “doğu ve batı tarafları” diyerek bütün yönleri kast ettiği gibi. Bununla ilgili birkaç örnek verelim;
“göklerde ve yerde ne varsa hepsi ona itaat eder” “gökleri ve yeri yaratan” “yerde ve gökte hiçbir şey ona gizli kalmaz” örneğin bu ayetlerde hep “bütün evren” manasında kullanılıyor. Mesela “gökler ve yer harici olanlar Allah'a ait değil, Allah'a gizli kalır, Allah'a itaat etmez” diyemeyiz.

Benzeri olarak “doğu ve batı taraflarına çevirmek, iyilik değildir” ayetini “kuzey ve güney taraflarına çevirmek iyiliktir” olarak anlayamayız. Çünkü doğu ve batı, her taraf manasında kullanılıyor.

Burada dünyanın hareketi anlatılıyor. Dünya bir yörüngede hareket eder, bilime zıt değildir.
2- güneş, uzayda akıp gidiyor, (TÜBİTAK, Wikipedia) Yasin 38. yette güneşin akıp gittiği yazar. Yasin 40. Ayete göre yine bir feleğin içindedir.

3- ay, bir yörüngede hareket ediyor. Yasin 40. Ayet, Ay'ın bir yörüngede hareket ettiğini söylüyor, ayrıca şems 1-3. Ayetlerde Ay'ın güneşi takip etmekte olduğunu söyler. Bilimsel olarak da öyledir, güneş akıp giderken ay ve diğer gök cisimleri güneşi takip eder.
Ayet, Herhangi bir şekilde bilime zıt değildir. .



Yazının devamı için;
https://hubeyb.blogspot.com/2019/04/ateistlerin-kurandaki-problemler-baslkl_10.html

#bir_sorgulayan_muslumanin_gozunden 
Hubeyb Öndeş 

























































2 yorum:

  1. "Müslüman olmayan herkes kâfirdir ve kâfir olarak ölenlerin hepsi Cehennemdedir."
    (Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti.) [Nisa 55–56] nasıl olur da hristiyan ve yahudiler kafir sayılmazlar anlayamıyorum.

    YanıtlaSil